“Laiklik kısaca aklın özgürleşmesidir. Aklı eleştirel, sorgulayıcı yönde kullanmasına izin vermeyen her türlü etkenden özgürleşmesidir.
Laiklik, devlet, siyaset, hukuk, eğitim gibi işlerin dine göre düzenlenmemesi, dinin kişisel ve özel yaşam alanına çekilmesi ve bu koşulla dini inanç ve ibadet özgürlüğünün güvence altına alınmasıdır. Laiklik “din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması”ndan daha geniştir. Laiklik Atatürk, Şükrü Kaya, Mahmut Esat Bozkurt gibi Cumhuriyet'i kuran devrimcilerin belirttiği gibi “din ve dünya işlerinin ayrılığı”dır. Laiklik, maddi hayatın gelenek, din gibi değişmez kurallara göre değil günün gereklerini, maddi zorunlulukları göz önünde tutarak düzenlenmesidir.”
Tanımın kendisinde bile bir dayatma ve despotizm var. Durduğunuz yere göre yaptığınız tanımın “herkese şamil” olduğunu iddia etmeniz “insanların düşünme ve seçme” özgürlüğüne bir engel değil mi? Mesela ben “Tevhid dini”nde akletmeye bir teşvik olduğunu, fıtratın düzen, huzur ve ilerlemeye sevk ettiğini düşünüyorum. Bunun aksine, yani “Tevhid dini”nin olmadığı bir yaşamın birey ve toplum hayatında kaos, karmaşa ve saplantıları beraber getirdiğine inanıyorum.
Merak edenler şu ayetlere bakabilir: Bakara/164, Ra'd/4, Nahl/12, Enbiya/67, Hac/46
Bunların dışında da çok sayıda ayet düşünmeye, akletmeye, sorgulamaya sevk eder.
Bir de Solak'ın şu cümlesine bakın: “Laiklik, devlet, siyaset, hukuk, eğitim gibi işlerin dine göre düzenlenmemesi…”
“Neden?”, diye sorsam…
Devlet, siyaset, hukuk ve eğitimde neden dinin bir etkisi olmasın?
Hayır, bu dinin olmadığı bir alanı savunmak değil, dinin dışlandığı, reddedildiği bir alanı dayatmaktır.
Solak bu konuda haklı, çünkü cumhuriyetle birlikte “Türkiye tipi laiklik” bunu getirmiştir.
“Türkiye tipi laiklik” bırakın dini kendi alanı içinde bırakmayı, dine tahakküm etmeyi bile benimsememiş bunun yerine onu şiddet uygulayarak devletten, düzenlemelerle sosyal hayattan, eğitimle vicdanlardan silmeyi hedeflemiştir.
Atılan adımlarda “fayda” değil de “din dışılık” gözetilmiştir ki, bundan dolayı neredeyse hiçbir ilerleme sağlanamamıştır.
Laik zihniyetin yaptığı zihinsel tahribat kendisini Mustafa Solak üzerinden de göstermiştir.
Evet, Mustafa Solak, ırkçılığı tescilli, Hitler ve Faşizm hayranı bir Mahmut Esat Bozkurt ile “Laiklik” ortak paydasında buluşuyor ve onu “devrimci” diye tanımlıyor. Bu konuda kendisine Mahmut Esat Bozkurt'un “Atatürk ihtilali” isimli kitabını önerebilirim.
Laiklik meselesinde işin bir de ahlaki boyutu var.
Laikçiler eskiden dindar kimliği ile bilinen bazı kimselerin yolsuzluk ve iltimas gibi çürümüşlüklere yönelmesinin suçunu dinde ararken aslında asıl suçluyu gizleme telaşındalar.
“Dindar insan yanlış yapmaz, günah işlemez” diye bir iddiamız yok; ama bu memlekette okul okuyan herkesin “laik eğitimden geçtiğini” herhalde inkar edemezsiniz.
Alev Alatlı “Viva la Muerte” (Yaşasın ölüm) adlı kitabında meseleyi çok güzel izah etmiş:
“'Laiklik' söylemi, Türkiye insanının elinden vahiye dayalı ahlâk anlayışını aldı. Bundan böyle, rüşvet almayı, yalan söylemeyi, zulmü, 'Müslüman Allah'ı yasakladığı ya da Peygamber öyle söylemediği için yapmamazlık etmeyecektik. 'Cehennem' bizi dizginleyen bir korku olmaktan çıktı. Gökyüzünde bir yerlerde cayır cayır yanan ateşe inanmıyorduk artık. Vahiye dayalı ahlâk sistemi gitti, ama yeri boş kaldı. Onun yerine akla dayalı bir ahlâk sistemi de konmadı. Sonuç, Batılıların nicedir, yakındıkları 'relativistik', görecelikçi, ahlâk sisteminin yerleşmesi oldu. 'Herkesin ahlâkının kendine göre' olduğu bu düzenlemede, haz veren şey 'iyi', haz vermeyen şey 'kötü'dür diye öğreten hedonist ahlâk yeşerdi.”
İşte “gayrimeşru” dediğimiz ve aslında dinin tümüyle reddettiği ahlak dışı davranışların bu kadar yaygınlaşmasında bu “relativistik ahlak” ve “hedonist” yaşam tarzının dayatılmasının etkisi vardır.
Geçmişte yaşananlara farklı gözlüklerle bakarak yorumlayabilirsiniz; ama bir de bizim yaşadıklarımız var.
Mustafa Solak'a bir de bizim laiklik tanımımızdan söz edelim.
Laiklik, baskı, faşizm ve darağaçlarıdır, üç nesildir yaşadıklarımızı göz önünde bulundurursak…
Laiklik ikna odaları faşizmi, kendisi dışındakileri insan görmeme megalomanisi, her şeyi ve herkesi tehlike olarak görme paranoyasıdır.
Laiklik örtüye model dayatma faşizmi, 70 yaşındaki hasta kadına fotoşopla saç yaptırma zalimliğidir.
Laiklik İsviçre medeni kanununu alıp “Türk medeni kanunu” adını vererek halka dayatma faşizmidir.
Laiklik, büst ve resim fetişizmi, “kadınları ne kadar soyarsam o kadar başarılıyım” psikopatlığıdır.
Bunlar da bizim kanaatlerimiz…
Şimdi kalkıp “Herkesin laikliği kendine” demeyin, istemiyoruz. Hepsi sizin olsun!
Görüş ve Önerileriniz için... hsabaz@dogruhaber.com.tr