Dünyanın her yerinde Müslüman kanı akmaya devam ediyor. Arakan’a bakıyoruz içimiz yanıyor. Budist rahiplerin öncülüğünde, devletin kontrolünde en vahşi yöntemlerle Müslüman nüfusu azaltmaya çalışıyorlar. Canlı canlı yakılan insanlar karşısında sevinç çığlıkları atan insan suretinde yaratıklar…
Ama kızmaya hakkımız var mı Burmalı zalimlere?
Arakan’ın hemen yanı başında nüfusunun yüzde 99’u Müslüman olan bir Bangladeş var.
Arakanlı mazlumlara sahip çıkmadığı gibi zulümden kaçmak isteyen mazlumlara sınır kapılarını kapatıyor, kaçak gelmek isteyenlerin suda boğulmasına göz yumuyor.
Bangladeş’in Müslüman kimlikli Batıcıları, zalim hukuk sistemini protesto eden Müslümanlara yönelik katliamlar gerçekleştiriyor; göstermelik yargılamalarla, hukuk komedileriyle 90’lık ihtiyar âlimleri idama ya da ağır cezalara mahkûm ediyorlar.
Daha birkaç gün önce Orta Afrika Cumhuriyeti’nde Müslümanlara yönelik bir katliam gerçekleştirildi. Sabah namazı sırasında camiyi basan İslam düşmanı gözü dönmüş katiller, 40 Müslümanı katlettiler.
Aklımıza el Halil kentindeki Halilurrahman Cami katliamı geldi ve öfkelendik.
Sabah namazı kılan Müslümanların üzerine Goldstein adında bir Yahudi’nin ateş açması sonucu 67 kişi şehid olmuştu.
Küfre, zulme öfkemiz devam etsin, ama aklıselimle düşünüp kızmayalım yine de.
İki ay önce Kahire’nin Nahda Meydanı’nda sabah namazı kılan Müslümanların üzerine ateş açanlar Müslüman kimlikli kişiler değil miydi?
Namazda, secdede Müslümanların katledilmesi karşısında isminin önüne “İslam âlimi” sıfatını koyan Ezher Şeyhi nasıl bir tepki gösterdi, hatırlayanınız var mı?
Karşılıklı cami bombalayanlar, karşılıklı türbe bombalayanlar, kameralar karşısında silahsız sivil insanları katledip ardından zafer çığlıkları atanlar…
Ebu Gureyb’de aşağılandığımızda, Guantanamo’da mütekebbir zalimler çaresizliğimizi tüm dünyaya gösterdiğinde kızmayalım, kimseyi suçlamayalım.
Kimliğimizi, ilkelerimizi sorgulayalım.
Kimliğimizdeki aşınmaya, ilkelerimizdeki değişmeye bakalım.
Muhammed Aleyhissalatu vesselam’ın getirdiği dine ne kadar bağlıyız?
Neden kendi bağlılık ölçümüzü sorgulayacağımıza kendimizi hasmımız üzerinden ifade etme yoluna gidiyoruz?
Bakın ne diyordu Peygamber Aleyhissalatu vesselam Veda Hutbesinde:
“Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl mukaddes bir şehir ise; canlarınız, mallarınız, ırzlarınız da öyle mukaddestir, her türlü saldırıdan emindir.”
Eğer bugün Müslümanların mukaddes olan canları, malları ve ırzları bir başka Müslümanın saldırısından emin değilse Müslümanlığımızı sorgulamamız gerekmiyor mu?
Veda Hutbesinden devam ediyoruz:
“Ashabım!
Yarın Rabbinize kavuşacaksınız ve bugünkü her hal ve hareketinizden sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski dalaletlere dönüp birbirinizin boynunu vurmayınız.”
Ama birbirimizin boynunu kolaylıkla vurabiliyoruz.
Eski dalaletlere dönmüşüz, ama haberimiz yok!
Herkes elindeki ile seviniyor; ama aslında elimizdekilerin hiçbiri bize ait değil. Emperyalist istediği anda tepemize çöküp elimizdekini alabiliyor.
Kendimizi sorgulamıyor, emperyalisti sorgulamıyoruz.
Kendimizi sorgularsak ilkelerden ne denli uzak kaldığımızı görebiliriz belki.
Emperyalisti sorgularsak onunla karşı karşıya gelme ihtimalimiz olabilir. Bunu göze alamıyoruz.
En kolayı dışımızdaki Müslümanları sorgulamak ve suçlamak.
Peygamber Aleyhisalatu vesselam, risaleti süresince müşrikleri ve ehl-i kitabı tevhide davet etti. Onlarla ilkeli ve kararlı bir şekilde mücadele etti.
Ama şimdi haram beldede hükmedenler “İsa, Allah’ın oğludur!” diyen müşriklerle bir oluyor, onlara Müslümanların servetini yağmalatıyorlar.
Kimseyi suçlamayalım!
Kimliğimizdeki aşınmaya, ilkelerimizdeki değişimlere bakalım.
Kendimize dönelim.
“Mü’minlere merhametli, kâfirlere şiddetli” olmakla başlayalım işe.
Ve başlangıç olarak…
Tekfir hastalığını sorgulayalım.
O zaman kendimize dönmemiz gerektiğini, kurtulanlardan olmak için “yaftalamak” değil arınmak ve günahlardan uzaklaşmak gerektiğini anlarız belki.
Düşmanlığı “günahkâra” değil de günah olan fiile karşı yaparsak, ihtilaflı konularda hüküm vermekten çekinirsek birçok şey düzelir.
Allah’tan hayırlı bir son dileyelim.
Kur’an-ı Kerim’de geçtiğine göre Hz Yusuf (AS) ne güzel söylemiş:
“Canımı Müslüman olarak al ve beni salih kimselerin arasına kat!”