Toplumlara dikte ettirilen her mühendislik projesi, kendi politik kirlenmişliğini de beraberinde getirmiştir.
90 yıldır uygulanan “Kemalist tepeden inmecilik” böyle olduğu gibi, son 30 yıldır Kürdistan’da da benzer, hatta daha şedit bir kirlilik yaşandı-yaşanıyor.
Adaletin başına zulüm külahının geçirildiği, cihada “bağy” isminin verildiği, özetle zıtların yer değiştirdiği böyle bir vasatta, bu bilgi ve algı kirliliği arasında masumiyetinizi ispat etmek oldukça zor.
Yerleşik statükonun, diğer adıyla Müesses Kemalist Nizam’ın muhaliflerine karşı giriştiği kirli, amansız ve asimetrik taarruz, sindirme politikası ile eş güdümlü olarak sahnelendi.
Hakk ve halk iradesine dayanmayan gayr-ı meşru nizamın en önemli hamlesi, Hakk’ı ve meşruiyeti temsil eden kişi, kurum ve oluşumları kirlilikle, ajanlıkla suçlama taktiğidir.
Şeyh Said Efendi, Bediüzzaman Hazretleri, İskilipli Atıf Efendi gibi binlerce izzetli insanın ajanlıkla, karşı devrimcilikle(kontra) suçlanması bu kabildendir.
(Konuyla ilgili olarak Özel Harp Dairesi’nin uzmanlarınca yürütülen bu algı operasyonları hususunda, doğruhabergazetesi.com’da 20.12.2013 tarihinde yayımlanan “İstihbarat Örgütlerinin Hedef Saptırma Taktiği” başlıklı yazımıza bakılabilir)
Bir yılı aşkın bir süredir kurulan HÜDA PAR’a yönelik hem sistem hem PKK kaynaklı suçlamaların aynı argüman ve araçlar üzerinden yapılıyor olması, derinlerdeki kirli tezgahı ele veriyor.
Merkez diye tabir edilen medya başta olmak üzere, derin devletin eski ve yeni mümessillerinin de destek verdiği bu dezenformasyon, müesses nizamın kendisi ile irtibatlı yereldeki unsurlarını koruma politikasından başka bir şey değildir.
Bu, “ Kirli Olanın Başkasını Kirlilikle Suçlaması” taktiğidir.
PKK dışında kalan tüm örgütlerin hain, ajan, devlet işbirlikçisi, kontra vs. suçlamalarına maruz kalmasının temel mantığı, bu bilinçli politikaya dayanmaktadır.
PKK, bir devlet projesi olmasına, Öcalan’ın “PKK’yi MİT’in parasıyla kurdum” itirafına ve Kürdistan’da feraset sahiplerinin gözünden kaçmayan Kemalist modernleşmeci politikaları açık açık uygulamasına rağmen; böyle suçlamalarda bulunabilmesi, tam bir hedef saptırma taktiğidir.
PKK, 80’lerde KUK’u, RIZGARİ’yi, ALA RIZGARİ’yi, TEKOŞİN’i vs. hedef almıştı.
90’larda HİZBULLAH Cemaati’ni hedef tahtasına oturtan PKK, bütün yandaş, paydaş ve bileşenleriyle şimdilerde ise Hür Dava Partisi’ne yönelmiş görünmektedir.
Geçen gün Ankara’da katıldığım bir toplantıda -ismi bende mahfuz- dönemin TEKOŞİN hareketi yöneticilerinden biri yanıma gelerek özellikle tanışmak istediğini söyledi.
“Hay hay” diyerek ikili sohbete başladık. Şu sözleri günümüze ışık tutuyordu:
“Ben ateistim, ama sizin örgütlenme hakkınızı sonuna kadar savunuyorum. Batman’da öldürülen genci kendileri vurdular ve sizin üzerinize atacaklar. Çünkü aynısını bize yaptılar. Otuz yıldır taktikleri hiç değişmedi.”
“Doğruya doğru” dedim ben de…
Epeydir Öcalan tarafından bir hakikatleri araştırma komisyonu kurulması dile getiriliyor.
Hür Dava Partisi olarak “Hodri Meydan” diyoruz. Tarafların da üye verdiği ve tarafsızlıkları bilinen başka insanların da katıldığı bir komisyon kurulsun.
Bu komisyon için Genel Kurmay ve Meclis arşivleri de dâhil bütün devlet arşivleri açılsın.
Komisyon, bu hakikatleri ortaya çıkarma işine Erzurum Kongresi’nden başlasın.
1923’te bir oldubittiyle ilan edilen Cumhuriyeti, 1925’teki Şeyh Said Efendi’nin kıyamı münasebetiyle katledilen yüz binleri tek tek araştırsın.
Sonra, Zilan Deresi’nde yaşanan insanlık suçlarını, Dersim’de mağaralara doldurularak zehirli gazlarla katledilen on binleri…
60 ihtilalini, 71 muhtırasını, 12 Eylül faşizmini, 28 Şubat darbesini ve 2000’li yılların başındaki operasyonları…
Hemen ardından PKK’nin halkı sindirmek için katlettiği masumları, sivilleri, köy ve cami baskınlarını... Binlerle ifade edilen iç infazlarını…
Ve saire Ve saire…
Sizleri temin ederim ki Hizbullah Cemaati’ne sıra bile gelmeyecektir.
Selam ve dua ile…