Siyasette moda haline gelen kavramlar vardır. Genellikle lider özelliğine sahip kişilerin sözleri herkes arasında moda olur.
Eski siyasetçilerden Demirel’in merhum Erbakan’ın dilden düşmeyen sözleri vardı mesela.
Turgut Özal da bu isimler arasında sayılabilir.
Son dönemlerde bu işin öncülüğünü Erdoğan yapıyor.
Mesela “kırmızı çizgiler”.
“Kırmızı çizgiler” son zamanlarda siyasette çok kullanılmaya başlandı.
Başbakan “tek”lerle başlayan konuşmalarının sonuna bir de kırmızı çizgilerini ekliyor.
Diğer siyasi aktörler de kendi kırmızı çizgilerini anlatmaya başladılar.
Anadil meselesi hem MHP için hem de BDP için “kırmızı çizgi”. Bir istiyor biri de istemiyor tabii.
CHP’nin de eskiden belirgin bir kırmızı çizgiler koleksiyonu vardı; ama şimdi yok. Kemal Bey gelip durmadan çark edince kırmızı çizgiler de gökkuşağının bütün renklerine dönüştü neredeyse. Şu anda tek kırmızı çizgileri kalmış sanırım, o da Kemalizm.
Medyanın da durdukları yere göre biraz değişiklik arz etse de kırmızı çizgileri var.
Sağın, solun, merkezin, bulvarın hassasiyetleri değişiyor tabii.
Ama bazı konularda buluşuyorlar.
Hizbullah, Mustazaf der, Peygamber sevdalıları söz konusu olduğunda büyük bir kısmının kırmızı çizgileri aynı.
Birileri bu konuda ortamı dizayn ediyor, ayar veriyor.
Büyük ihtimalle kırmızı çizgileri çizenler aynı kişiler olduğu için üslup da aynı oluyor.
İki örnek vereceğim.
Adana İhya der başkanına yönelik komployu biliyorsunuz.
Olayı “fuhuş ve narkotik operasyonu” olarak veren basından hiç kimse mağdur tarafın görüşlerine yer vermedi.
Alçakça bir tezgahı yayarak tezgahı kuranlara yardımcı oldular.
Olay bir habercilik olayı değil verilen bir görevi yerine getirmekti.
Farklı görüş beyan edilemezdi, ya da olay araştırılamazdı, çünkü birileri bu konuda kırmızı çizgiler çizmişti.
İkinci örneğimiz de “Kutlu doğum etkinliklerine” dairdir.
Peygamber Sevdalıları Platformu büyük bir gayret ve özveriyle “Muhammedi sevda”yı tüm Türkiye’ye yaymaya çalıştı.
Her yerde inanılmaz bir ilgi ve coşku vardı.
Müslüman halk, hiçbir grup taassubu barındırmayan, ihlas ve fedakarlıkla yoğrulmuş bu organizasyonlara teveccüh gösterdi.
Meydanlar doldu taştı.
Her yer tekbir, tehlil ve salavatlarla inledi.
Ama medyanın sağı da solu da bunu görmezden geldi.
Görenler de olayı küçültme yoluna gittiler.
50 bin rakamı kritik eşik sayıldı ve o çerçevede laflar edildi.
Yanlış anlaşılmasın rakamlar üzerinden bir yerlere varmak niyetinde değilim.
Niceliğin haklılık anlamına geldiğini de iddia etmiyorum.
Ben burada sadece psikolojik harbin bazı ayrıntılarına vurgu yapmak istiyorum.
Yüz binlerce insan toplanıyor ve bu haber değeri olan bir olay olarak görülmüyorsa işin altında başka şeyler aranır.
Oysa böyle durumlarda sosyolojik tahliller yapılır, tezler hazırlanır.
Bakın basında mitinglerin değerlendirildiği birkaç yazıdan biri olan Kurtuluş Tayiz imzalı yazıda ne diyor:
“Mustazaf-Der’in öncülüğünde “Peygamber Sevdalıları Platformu”nun Van, Batman, Diyarbakır, Adana, Mersin ve İzmir’den sonra önceki gün İstanbul Kazlıçeşme’de 50 binin üzerinde insanın katılımıyla gerçekleştirdiği mitingi izlerken, içimden “dipten gelen büyük bir dalga” diye geçirdim. Merkez medyanın eskiden hiç görmediği, şimdilerde ise bakıp da görmezden geldiği bu mitingler, dipten gelen büyük bir toplumsal hareketliliği yansıtıyor.”
Altını çizdiğim ifadeye bir daha bakın.
Biz bu etkinliklerin birçok yerde konuşulduğundan haberdarız.
Ama bu görmemenin ve/veya görmezden gelmenin anlamını birilerinin açık yüreklilikle söylemesini bekliyoruz.
Kırmızı çizgileri kimin/kimlerin çizdiğinin açıklanmasını bekliyoruz.
Belki böylece durdukları yerin rengi görünür yüzlerinde.
Aynaya dönüp baksınlar.
Belki farkında değiller, ama çok komik görünüyorlar.
Doğruhaber Gazetesi