Bir bayan izleyicimiz şöyle soruyor.
“Kocam da ben de artık yaşlanıyoruz. Üç oğlumuz bir kızımız var. Üçü evlendi gittiler. Tek bekar olan son oğlumuz. Onu da hayırlısıyla evlendireceğiz. Ama onun evini ayırmayalım diyoruz. Gelecek olan gelin bizimle beraber otursun, evde o gelinin dediği olsun diyoruz. Eh biz de yaşlandığımıza göre bize de bakmış olur. Oğlum da öyle istiyor. Ama bir kaç yere kız istemeye gittik. Bizimle kalacaklar sözünü duyunca yüzleri ekşiyor, istemiyorlar. Kızlar evlenince mutlaka ayrı bir eve geçecekler diye bir farz mı var.”
Elbette ki öyle bir farz yok. Maalesef, günümüz modern toplumunun kapitalizm mamülü tüketim alışkanlığı, haz ve heves odaklı bireyselciliği, karşılıklı güvensizliği, çarpık özgürlük anlayışı, şahsi çıkar ve faydacılığı, kaygı ve takıntıları, açgözlülüğü, hırsı, gururu kısaca değersizliği evlilik binasının inşasında da karşınıza kuralmış gibi çıkıyor. Direndiğiniz zaman da nerdeyse hayatın gerçekleri mantığına bürünmeyen kimse kalmıyor.
Aslında hayatın gerçekleri öyle süslü izahlarla anlattıkları gibi, zamane gençlerinin yetişme tarzı filan değil. Hayatın geçim(maişet), çoluk çocuk yetiştirmek, anne-baba olmak, hayır-bereket, darlık-genişlik gibi nice gerçekleri daha var.
Evlenen çift, heva ve heves kaynaklı temayüllerin aksine anne babası ile birlikte kalmakla bahsettiğimiz hayatın esas hakikatleri konusunda ücretsiz uzmanlık desteği almış oluyorlar, evlerindeki bereketle geçimleri kolaylaşmış oluyor, samimi hürmet ve muhabbetle hizmet ettiklerinde dua almış oluyorlar, dolayısıyla da Hakk'ın rızasını kazanıyorlar.
Bütün bunların yanında, çocukların büyükanne ve büyük baba ile aldığı ilgi, terbiye, görgü, davranış, sevgi ve yakınlık gibi değerler de var. Bugün, devletin, çalışan annelerin çocuklarına bakan büyükanneye maaş projesi de konunun ehemmiyetini anlatmaktadır.
Ancak burada kız tarafı, kızlarının damadın anne babasıyla aynı evde kalması durumunda; kaynana baskısı göreceğini, ezileceğini, kendi evinin kadını olmayacağını, kocasının anne babasının etkisinde kalıp, kızlarını aşağılayacağını, gelir giderde birtakım problemler olacağını ve kızlarını istedikleri gibi ziyaret edemeyeceklerini düşünüyor.
Bu algıların nasıl böyle yaygın kanaate dönüştüğü ayrı bir konu, ancak bütünüyle yanlıştır, böyle bir şey yoktur da denemez. Çünkü maalesef, çocuğu üzerine titreyen anne babalar, olumsuz örneklerin azlığına değil, ortaya çıkardığı sonuca odaklıdırlar.
Dolayısıyla madalyonun diğer yüzüne de bakmak gerek. Kadının ev'le olan alakası, fıtri olarak çok derindir. “Yuvayı dişi kuş yapar” sözü biraz bunu anlatır. Kadının yaratılışı gereği süslenmeye, temizlik ve düzene olan meyli, eşyaya ve mekana hükmetme gibi talepler ortaya çıkarmaktadır. Yine anne baba ile kalınan bir evde mahremiyet kuralı daha fazla titizlik gerektirmektedir ki, bu konuda herkes hassas olsa bile, akraba, dost ve tanıdıklarla beraber düşünüldüğünde, İslami bilinci zayıf ailelerde sorun olabilmektedir.
Peki, Asr-ı Saadette uygulama nasıldı? Peygamber Efendimiz(sav), kızı Fatıma'yı evlendirdiği zaman, onları Mescid-i Nebevi'ye bitişik ayrı bir eve yerleştirdiğini ve dolayısıyla, rivayetlerde ‘kızı Fatıma'nın evine gitti' diye cümleler geçtiğini biliyoruz.
Peygamber Efendimiz(sav)'in kızının evini ayırmasında ince bir nükte saklıdır. Kızının evini ayırmıştır ancak öyle uzak bir adrese değil, hemen bitişiğe yerleştirmiştir. O zaman buradan şöyle bir sonuç çıkarılabilir.
Her meselede olduğu gibi karşılıklı güven, samimiyet ve anlayış çerçevesinde hareket edilirse, imkanlar nispetinde kızın ayrı evde oturması evlâdır. İmkanlar diyoruz, çünkü gönlü zengin ama dünyası fakir bir hanede, ‘yok ne olursa olsun, kim nasıl geçinirse geçinsin, nasıl yaşarsa yaşasın illa ben ayrı bir eve geçeceğim' diyen gelinler de çoktur. Onlar bu yazının ilk yarısını bir daha okumalıdırlar.
Bugün uzaklara gitmesi zorunlu değilse kızı ile aynı civarda veya aynı apartmanda oturarak bu sorunu çözen nice aile vardır. Peki bu çözüm çok mu zordur. Hayır.
Dua bekleriz.