İnsan hayatı boyunca yaşamak için bir şeylere tutunur da bir tek yalnızlığa tutunmak istemez. Yaşlanınca yalnızlık tutunur insana. Bir daha da ölene kadar yakasından düşmez. Her yanına “keşke”ler sinmiş kabir provasıdır.
Şerife teyze de hayatının en yalnız demindeydi. Sürekli ona sımsıkı tutunan yalnızlıktan kaçıyordu. Saatlerce sitenin kamelyasında oturur, geleni geçeni yanına buyur ederdi. Otururlarsa eski anılarını anlatmaya başlar, kimseye konuşma hakkı tanımazdı. Anlatacağı şeyler hasbelkader bitse karşısındaki insanı sorularıyla bunaltır, hayatlarını didik didik soruştururdu. Her zaman parka yakın, köşedeki kamelyada otururdu.
Zehra, bahçeye girince kamelyada onu göremedi. Onunla karşılıklı komşuydular. Sürekli sorar, yaşlı kadına sahip çıkardı. Saatlerce sabırla onu dinlerdi. Asansörden inince eve yöneldi.
- Zehra kızım, çocukları okula mı götürdün? Seslenen Şerife teyzeydi. Zehra elinde eşyalarla anahtarın deliğini bulmaya çalışıyordu.
- Evet, teyze. Bugün nasılsın?
- İyiyim de kızım, sanırım ilaçlarımı iki defa içmişim. Sesi tedirgindi.
- Nee, Şerife teyze emin misin? Ben şunları bırakıp geliyorum. İçeri girip bir süre sonra geri geldi.
- Hangilerini içtin? Üçünden de içtin mi? Şerife teyze, bu tehlikeli olabilir. Senin oğlana haber verelim.
- Hayır, gerek yok! Ben zaten kendimi kusturdum.
- Öyle mi? Zehra şaşırmıştı. Bence yine de evlatlarına haber verelim. Bir sıkıntı olursa yanında olsunlar.
- Hayır, haber verme kızım. Küçük oğlanın tezi var. Diğeri de iştedirler şimdi. Genç kadın konuşmadı ama içten içe kızıyordu. Onu yalnızlığa terk etmişlerdi. Üstelik bir sorun olup arayınca da kızıyorlardı. Anneleri yalnız yaşıyor, sürekli dışarı çıkıyor, alışverişini kendisi yapıyordu. Üstelik bazı komşuların dediğine göre aklı gidip geliyordu. Geçen komşulardan biri:
- Bizim eve akşamüstü geldiydi. Kısır koydum. Baktım masadaki kâğıt peçeteyi almış arasına koyuvermiş. Yemeğe çalışıyor. Tuttum elini ‘hacı teyze ne yapıyorsun?’ Dedim. Ne dese beğenirsiniz! ‘Kızım ben kısırı lavaşla yemeyi severim’ dedi. Aklı gidip geliyor kaç defa şahit oldum, demişti. Bari bir torunu felan kalsaydı. Başka biri:
- Çok huysuz! Onunla geçinmek çok zor.
- Beyim, geçenlerde asansörde teyzenin oğlunu görmüş. Durumu iyi değil, maazallah ocağı falan açık bırakır, siz de biz de vebal altında kalırız demiş. Oğlan ‘Gelip bizimle oturmak istemiyor. Bu sitede de satılık ev yok, ne yapayım bilemedim’ diyormuş. Beyim ‘bir huzur evi var. Yaşlılara çok iyi bakıyorlar. Bazen doktor olarak gideriz. Ücretleri yüksek biraz ama çok iyi bakılıyor onlara. Hem en azından istediği zaman çıkamaz, güvenliği sağlanır’ demiş. Oğlu kızmış.
-Hiç kızmasın! Kadının maaşı var gidip kendi gibi yaşlılarla arkadaş olur fena mı? Evde yapayalnız kalması daha kötü!
Komşular sürekli kendi aralarında konuşup duruyorlardı. Bazen teyzeye, bazen çocuklarına kızıyorlardı. Zehra da artık ne düşüneceğini bilmiyordu.
- Teyze, bence haber versek daha iyi olur. Ama sen istemiyorsan… Neyse ben eve geçeyim. Daha yemek yapacağım.
****
Zehra çocukları okula bırakmış, eve çıkıyordu. Dünden beri kadıncağızı soramadım, diye düşündü. Ziline bastı. Kapı açılmadı. Herhalde uyuyordu. Eve gitti.
Yarım saat sonra geri geldi. Tekrar zile bastı. Açan yoktu. Ayakkabısı kapını önündeydi. Güvenliği arayıp bugün dışarı çıkmadığını öğrenmişti. İyice telaşlandı. Birkaç komşu daha çağırdı. Zili çaldılar. Kapıya vurdular. Açılmadı. Komşular korkmaya başlamışlardı. Biri ambulansı ararken bir diğeri oğluna ulaşmaya çalışıyordu.
Ambulans gelmiş, içeri giremeyince itfaiye çağırılmıştı. Hala içeriden ses seda yoktu. Her kafadan bir ses çıkıyordu.
- Kesin ocağı açık unuttu. Gazdan düşüp bayıldı.
- Hayır komşu, mutfak tavanındaki gaz alarm çalardı. Bence yine aklı gitti. Zehra:
- Dün ilaçlarını iki defa içtiğini ve kendini kusturduğunu söyledi, dedi. Herkes dönüp ona baktı:
- Nee, gerçek mi? Niye çocuklarını çağırıp söylemedin.
- Ne bileyim! İzin vermedi. Böyle olacağını düşünemedim. Ağlamak üzereydi. Ambulans doktoru, Zehra’nın yanına gelip bir sürü soru sormuş, ilaçların isimlerini not etmişti.
Derken itfaiye gelip açık pencereden içeri girdi. Sağlık ekibine kapıyı açmıştı. Yaşlı kadın hiçbir yerde yoktu. En son yatak odasına girdiler. Karşılarındaki manzara ilginçti. Şerife teyze yatağında oturmuş, gelenlere bakıyordu. Uykudan uyanmış gibiydi. Şaşkındı. Doktor:
- İyi misiniz? Bizi duyuyor musunuz? Kekeleyerek konuştu:
- Siz kimsiniz? Benim evimde ne arıyorsunuz?
- Teyze sen kapıyı açmayınca komşuların korkup bizi aradılar. Senin için geldik. Davetsiz misafirlerden rahatsız olmuştu. Kızdı:
- Bir şeyim yok! Bir de ayakkabılarla girmişsiniz. Zehra sen mi aradın yoksa? Benim bir şeyim yok. Bana ne oldu bilmiyorum. Kapı sesini duydum ama bizim kapı değildir dedim. Şimdi bir türlü kalkamıyorum. Sanki bacaklarım kilitlenmiş gibi. Komşulardan biri:
- Teyze kapıyı kırıyorduk. Nasıl kalkamadın?
Olayın üzerine oğlu gelmişti. O da annesini görünce şaşırmış hatta çok kızmıştı:
- Anne, neden kapıyı açmıyorsun? Toplamışsın mahalleyi… İtfaiyeyi, ambulansı çağırmışlar! Ya, ben ne yapacağım seninle. Sen ilgi mi çekmeye çalışıyorsun? O da kızdı, kendini savundu:
- Ben bir şey yapmadım. Kal-ka-ma-dım. Ne yapayım!
- Anne bak, milletin arasında beni rezil ettin! Benim de işim gücüm var. Nasıl çıktım geldim bilmiyorum.
- Ben kimseyi aramadım. Zehra herkesi aramış. Bir kapı açmadık diye, bunca insanı toplamış. Zehra utandı:
- Ben bir şey olmuştur diye. Adam annesine kızmaya devam etti:
- Okulu bıraktım geldim. Müdür beyden fırçayı yiyeceğim. Acil bir şey olunca ara demiştim. Yaşlı kadın kendini kurtarmaya çalışıyordu.
- Ben aramadım. Sanki üzerlerine vazifeymiş gibi komşular aramış. Zehra’ nın gözlerinden yaşlar boşandı. Yan odaya geçmişti. Yaşı büyükçe itfaiyeci dayanamadı:
- Kardeşim sen nasıl bir evlatsın! Gelmişsin annemin nesi var, demeden kızıyorsun. Komşularından Allah razı olsun teyze! Sana sahip çıkıyorlar. Öyle şeyler görüyoruz ki anlatılmaz. Yaşlıların cesetleri kokuyor kimsenin haberi olmuyor. Havalandırmadan koku gelince bizi arıyorlar. Siz Allah’ a şükredin, yarım saat kapınız açılmayınca sizin için endişelenen komşularınız var, dedi kızarak. Prosedürlerden sonra ambulans, itfaiye gitmişti. Yaşlı kadının oğlu biraz daha söylendi.
- Hemen de aranmaz ki! Bütün site duydu. Şimdi sorup duracaklar. Annene niye ambulans geldi, diye. Artık kimse cevap vermiyordu. Annesine emirler verdikten sonra çıkıp gitti.
Herkes gitmiş, Zehra tek kalmıştı.
- Teyze ben de gideyim. İşlerim var. Sesi kırgındı.
- Kızım, kusurumuza bakma! O, yani oğlum, bana kızmakta haklı. Onları küçük yaşlarında evde tek koyar giderdim. İki kuruş kazanayım, ayaklarım üzerinde durayım diye. Eşim az kazanırdı. Ben onlar daha iyi yaşasın, iyi okullarda okusun istedim. Evlenince kendi evleri olsun istedim. Biz görmedik onlar görsün istedim. Ağlıyordu. Zehra şaşırmıştı. Yaşlı kadın ilk defa böyle itiraflarda bulunuyordu. Genelde çocuklarını nasıl iyi yetiştirdiğinden, yüksekokullarda okuttuğundan bahsederdi. Yaşlı kadın acı acı tebessüm ederek:
- Hiç unutmam, bir telefon alıp onların yanına bırakmıştım. Çok acil bir şey olunca arayın, dedim. Bir gün aradılar. Küçük oğlan ‘anne yetiş, abime bir şey oldu’ dedi. Koştum geldim. Bir şey yoktu. Çok sinirlendim. Bir tokat attım. ‘Sürpriz yapacaktık’ dediler. Dinlemedim. İşe döndüm. Geldiğimde uyumuşlardı. Mutfağı toplarken çöpte bir pasta buldum. Büyük oğlum küçüğün doğum günü diye almış, beni de onun için çağırmışlar. Görürsem kızarım diye de geri kalanını çöpe atmışlardı. Hala bazen anlatır kızarlar bana. Bugün yaşadığımın aynısıydı. Sadece o gün ben kızdım, bugün onlar kızıyorlar. Ben çocuklarım büyük adam olsunlar istedim. Oldular ama… dedi, sustu. Bir “ama”nın ardına ne çok pişmanlık sığdırmıştı. İnsanın evladını yetiştirirken hangi kaygıyla yetiştirdiği çok önemliydi. Genelde çocuklar o kaygı doğrultusunda şekilleniyorlardı. Yani ne ekersek onu biçiyorduk.
Meryem Varol