Konjonktür adaleti

Hüseyin KAYA

Ümit Zileli (Sözcü):

‘Türkiye'de Demokrasi Öldü!'

“Aslında başlıktaki sözlerin asıl sahibi ünlü Washington Post Gazetesi'nin Türkiye uzmanı yazarı Nicholas Danforth! ABD'nin en güçlü gazetelerinden birinde Türkiye üzerine yaptığı analiz ise tam anlamıyla tüyler ürpertici!.. Danforth'un iddialarının her biri, Türkiye ile ilgili karanlık bir geleceğe işaret ediyor!..

Türkiye uzmanı gazetecinin yazısının başlığı zaten başlı başına bir felaket:

-Türkiye kaosa girebilir!..

Nicholas Danforth'un analizini şu satırlarla başlatıyor:

-Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan her zamankinden güçlü görünse de Türkiye şiddet ve kaos sarmalına girebilir!..

Washington Post'taki iddialı analizde Danforth, yukarıdaki öngörüsünü daha da açarak şu tezi öne sürüyor:

-Erdoğan'ın demokratik mirası aşındırması ve parlamenter demokrasiye yönelik devam eden saldırılarla birleşince, Türkiye önümüzdeki yıl karşılaşması muhtemel şoklara hazırlıksız yakalanacaktır. Eğer ülkedeki durum kontrolden çıkarsa, sonuç; demokrasinin geri dönmesi değil, şiddet ve kaos sarmalı olabilir!..”

Ümit Zileli, Erdoğan karşıtlığında nerelere savrulduğunu göremiyor.

Amerikalı gazeteci kılıklı ajan, subliminal mesajlarla Türkiye'de ne zaman ve nasıl kaos çıkarılacağını söylüyor, ulusalcı Ümit de bu mesajı çok satan gazetesinde paylaşarak katkıda bulunuyor.

Şimdi çıkıp “Yok efendim, bu alıntıyı F. Koru'dan yaptım, niyetim bu değildi” diyecek; ama mesele senin niyetin değil, senin birilerinin niyeti istikametinde çabalaman.

Amerikalılar gerçekten çok zeki. Baksanıza bazı önemli işlerini kendilerine karşı görünenlere yaptırarak daha etkili olacaklarını biliyorlar.

Faruk Beşer (Yeni Şafak):

“Bizim felsefe ile meşgul olanlarımız Gazali'yi felsefeye darbe vurarak düşünceyi öldürdü diye eleştirirler. Müslümanlar için daha makbul bir düşünce ortaya koymakla felsefe zarar görmüşse bunda Gazali'nin suçu nedir? Aslında onun yaptığı da felsefedir, o zaman Gazali'yi izleyenlerin ‘bizim felsefemiz sizin felsefenizi döver' deme hakları olamaz mı? Benim anladığım, Gazali'nin yaptığı şey nasların belirlediği akideyi merkeze alarak düşünmekten ibarettir. Yoksa o kimseye düşünmeyin demedi, düşünün ama Müslüman olarak düşünecekseniz, yani Müslüman kalmanız, akli ürünler vermenizden daha önemli ise, akidenizi sadece aklınızla değil, naslara bağlı aklınızla belirlemelisiniz. O halde önce onu sağlama bağlayıp o çerçevede düşünmelisiniz demek istedi.”

Faruk Beşer Hoca çok önemli bir şey söylüyor.

Önemli bir sorunumuz Gazali'nin eleştirileriyle felsefeyi geriletmesi değil, Gazali'nin bayrağı taşıdığı yerin ilerisine geçilememesidir.

İşin doğrusu ise bizim asıl sorunumuz bayrağı aşacak kadar güçlü bir düşünce dünyasına sahip olamamak değil bayrağı görecek kadar nefesimizin olmamasıdır.

Bırakın Gazali'yi aşmak, onu anlamak bile bize çok şey kazandırır.

Ahmet Hakan (Hürriyet):

“İktidara yakın haber kanalında bir haber:

“Halk isyan etti.”

Allah Allah!

Neye isyan etmiş olabilir ki sevgili halkımız?

Neye olacak?

Kemal Kılıçdaroğlu'nun atletine isyan etmiş!

Şu işe bakın hele siz!

- Dünyanın en pahalı benzinini sessizce kabullenen...

- Kadın cinayetlerine sessiz kalan...

- Betona boğulmayı kabullenen...

- Grev iptallerine ses etmeyen...

- Zamlara tınmayan...

- Barzani'ye bir şey demeyen...

- Fındık taban fiyatına itiraz etmeyen...

- Adaletsizliklere ses çıkarmayan...

- Hayvanlara edilen eziyetlere susan...

- Çocuk tecavüzleri karşısında kılını kıpırdatmayan...

- Yolsuzluk molsuzluk... Hiç dert etmeyen...

- Hukuk mukuk... Hiç tasalanmayan...

Halkımız...

Sıra Kemal Kılıçdaroğlu'nun atletine gelince...

İsyan bayrağını çekivermiş.

Şu habere iki dakika inansak...

Sevgili halkımızı...

Fraksız sokağa çıkmayan, İngiliz kırsalına çıkan asilzadeler gibi Zeytinburnu sahilinde piknik yapan, beyaz eldivenle yemek servis ettiren, monşer monşer dolaşan, akşam yemeklerinde egzistansiyalizm tartışan, evin içinde “ropdöşambr”sız adım atmayan bir halk sanacağız.”

Ahmet Hakan bulanık sularda yüzüyor ve tam olarak ne dediğini bilmiyor.

Mesela bir de çıkıp dese ki,

Halkımız,

Tankların karşısında geri adım atmayan,

Helikopterler ölüm yağdırırken yumruk sıkan,

Gömleğini tankın egzozuna sıkıştırıp durduran,

250 can ile darbeye dur diyen,

Halkımız, evet, Ahmet Hakan!

Belki “ropdöşambr” giymeyen, “monşer”e gıcık kapan, “ekzistanyalizm” tartışamayan bir halkımız var; ama bak darbeye direnebiliyormuş.

O yüzden nerede yüzdüğüne iyi dikkat et!

Atlet polemiği üzerinden “yeni mahalle”nin dilini kullanarak farklı mecralara giriyorsun.

Bir B. Coşkun, bir Y. Özdil, bir M. G. Kırıkkanat bile fazla geliyor.

Otur oturduğun yerde.

Baskın Oran (Agos):

“Madem CHP yakın tarih biliyor, başlıktaki ikinci kavrama ve “son çıkış”a da değinerek toparlayalım:

Fransa ve İngiltere, her ikisi de 29 Eylül 1938 Münih Antlaşması'na giden süreçte kendi havalarındaydılar. Hem körlükten, hem seferberlik zor geldiğinden, hem de Komünizm Fobisi'nden (paralelliğe bak!) Konferans'ta Almanya'ya karşı ittifak yapıp onu durdurmaya yanaşmadılar. Sonuç, 1 Eylül 1939'da Polonya'nın işgali ve II. Dünya Savaşı oldu. Başlatan da mahvoldu, tüm dünya da.

İşte CHP ve hepimiz bu noktadan önceki Son Çıkış'tayız. Tüm muhalefetimiz şimdi aynı Münih Sendromu'nu yaşıyor. Tek ittifak isteyen, HDP.”

Zamanı geri alıp Baskın Oran aklıyla hareket edildiğini düşünelim.

İtalyan ve Alman faşizmi durduruldu ve Sovyetler hormonlu bir büyümeyle devleşti.

Stalin'in despotik yönetiminin Sovyetler'deki uygulamaları, katledilen milyonlarca insan katlanacak ve komünizm askeri gücü kullanarak Avrupa ve Asya'da işgallere girişecekti.

Macaristan ve Çekoslovakya işgalleri yirmi yıl önce yapılacak, Paris ve Madrid'de orak-çekiçli bayrak dalgalanacaktı.

Peki, Baskın Oran bu tablo için kötü der miydi? Hiç sanmıyorum.

O yüzden sosyalistlere tavsiyem başkalarını eleştirirken kendi tarihlerini de incelesinler ve biraz empati yapmayı öğrensinler.

Pardon o empati denen şey “burjuva özentisi” miydi yoksa?

Ege Cansen (Sözcü):

“Kökü Latince olan racon kelimesinin Türkçe'de doğru karşılığı “hüküm”dür. Yeraltı dünyası, aralarındaki menfaat uyuşmazlıklarını, menfaatin kendisi gayri meşru olduğu için, meşru hukuk yollarıyla çözemez. Uyuşmazlığı yeraltı dünyasının “Hakem Mahkemesi”ne yani bir “Baba”ya götürür. İşte bu “Baba”nın aldığı karara (hükme) racon denir. Bu racon/hüküm/kural gelecek için de emsal teşkil eder. Racon kesecek çapta bir Baba olmak için saygın olmak yetmez. “Verdiği hükmü infaz edecek güce de sahip olmak” gerekir. İş hayatında da “racon kestirme” yani çıkar uyuşmazlıklarını herkesin saydığı bir meslek büyüğüne götürmek, pek işe yaramasa da sıkça denenen bir ihtilaf çözme yöntemidir. Çünkü çok ekonomiktir. Günlük konuşmalarda racon kesmek, haddini bilmeden kural koymaya yeltenmek demektir. Ancak, bir racona bakılır, bir de raconu kesene.”

İyi ki de bu “racon” tartışması çıktı da hem yeni bir kelime öğrendik hem de “atlet”e sıkışıp kalmadık.

Halen bilemeyenler için Ege Cansen'den “racon” tarifi alıyoruz buraya.

Ama yine de meseleyi tek taraflı anlamamanız için iki örnek daha ekleyelim.

Birincisi, Osman Baydemir'in “Silahın miadı doldu” dediğinde İmralı'dan gelen “heyt!” sesiydi.

Öcalan tarihe “ağız yırtma demokrasisi” olarak geçen sözleriyle “Diyarbakır gençleri ağzını yırtar” diyerek raconu kesmişti.

İkinci örneğimiz Kılıçdaroğlu ile alakalı.

Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaza rast gelince ve tatilcilerin durumu konuşulduğunda Kemal Bey raconu şöyle kesmişti:

"Adam gibi tıpış tıpış sandığa gidip oyunuzu kullanacaksınız."

Sanırım mesele anlaşıldı.

Nagehan Alçı (Habertürk):

“Şimdi örneğin devam eden FETÖ davaları var. Diyelim ki o davalar sulandırıldı, iş şirazesinden çıktı ve usulen çöktü. Ya da ilerde konjonktür değişti ve Yargıtay FETÖ diye bir örgüt yoktur dedi. O zaman biz de FETÖ yoktur diyebilir miyiz?”

Nagehan Alçı, bu sözleri “Ergenekon var mıdır, yok mudur” tartışması için kullanıyor ve “Elbette Ergenekon vardır” diyor.

Demek ki ne imiş?

Ergenekon diye bir örgüt varmış, hukuk dışı işler yapmış; ama konjonktür gereği ya da bir Yargıtay kararı ile hukuki adımlar atılamıyormuş.

Ve biz de bu sisteme “Adalet mülkün temelidir” ya da “Hukukun üstünlüğü” diyormuşuz.

Yaaa, işte böyle!

Ertuğrul Özkök (Hürriyet):

“Olağanüstü bir kitap okuyorum.

Tim Wu'nun “Dikkat Tacirleri” isimli geçen hafta çıkan kitabı gelecek hafta size uzunca anlatacağım.

Kitabın en ilginç bölümlerinden biri medya tarihinde “ilk trol”ün ortaya çıkışıyla ilgili sayfa.

Bu kişi, 1835'te New York'ta yayınlanmaya başlayan “The Morning Herald” gazetesinin kurucusu ve yazarı James Gordon Bennett'miş...

En sevdiği şey, başka insanlara sataşmak, iftira atmak ve hırgür çıkarmakmış.

Bir keresinde aynı gün tam 7 rakip gazete ve gazetecisine saldırarak, devlet adına hedef göstererek, içeri attırmakla tehdit ederek rekor kırmış.

Tıpkı bizim Küçük Cem...”

Cem Küçük'ün ne olduğu konusuna girmiyorum çünkü mesele tam da “Tencere dibin kara, seninki benden kara” meselesi.

Önümüzde pırıl pırıl bir Ertuğrul Özkök var ve Cem Küçük denen adama çatıyor.

Kendileri “Kürtçe albüm çıkaracağım” dediği için saldırıya ve hakaret uğrayan sanatçı Ahmet Kaya için “şerefsiz” diye başlık atmadı, meclis kararı için “411 el kaosa kalktı” türü kaos manşetlerinin arkasında durmadı ya…

Dedik ya pırıl pırıl bir adam.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.