Güçlü ve köklü devlet geleneklerinde konjonktürel politikalardan söz edilemez. Belli esasları, sabit ilkeleri ve büyük hedefleri vardır. Türkiye, bu anlamda şimdiye kadar bu esaslı politikayı oturtamadığı için ağır bedeller ödediği gibi bağımsız ve özgün bir devlet geleneği de oturtamadı kendi hinterlandında. Cumhuriyetin kuruluşundan beri bağımlı bir dış politikaya mahkum kaldı. Bu durum, kendi tabii dinamikleri ile uyuşmadığı için bağımlı olduğu güçler tarafından sık sık darbelerle hizada tutulmaya çalışıldı. Bu nedenledir ki siyasi, askeri, iktisadi ve de sanayi anlamında bir türlü yerli olamadı. Bu güne kadar bu bağımlılıktan kurtulma fikriyatının gelişmesi dahi hiçbir zaman bir devlet politikasına dönüşmedi.
Bugün bu bağımlı politika acıdır ki Türkiye’ye nefes aldırmıyor. Neredeyse her sahada, ülkenin dört tarafında ve iç politikada Türkiye’nin elini kolunu bağlıyor. Bu sahaların tamamında, kendi milli menfaatleri için stratejiler geliştirdiğini sanmasına karşın aslında kendi menfaatlerinden çok bağımlısı olduğu dış güçlerin çıkarlarına hizmet etme durumuna düşerek onların değirmenlerine su taşıyor.
Bugün kendi savunma politikalarını dahi özgün yapamayan bir Türkiye haline gelindi. Stratejik ve siyasi müttefik olduğunu sandığımız ABD ve İngiltere merkezli batı ittifakı, ne Türkiye’ye dışarıdan silah almasına izin veriyor ne de kendileri silah veriyor. S-400 savunma füzeleri ile F-35 uçakları bunun en açık göstergesi oldular. Batı ittifakında yer almak, bugün Türkiye’nin boynundaki urgana dönüştü. İran’a uygulanan ambargoların bir benzeri Türkiye’ye de uygulanıyor. Bu bağımlılık, Türkiye’nin komşuları ile sıradan siyasi ve ekonomik ilişkiler geliştirmesine dahi izin vermiyor.
Ak Parti iktidarlarının başlaması ile Türkiye, dış politikada uç bazı süreçlere girdi. İran, Filistin, Mısır, İhvan-ı Müslimin, Sudan, Suriye, Tunus gibi ülke ve yapılarla alışık olmadığımız yakın ilişkiler geliştirdi. One minute ile sembolize edebileceğimiz yeni süreçte Türkiye ne kadar samimi idi bilemiyorum ancak sıra dışı bir süreç başlatıldığı tartışmasızdır. Ne kadar samimi idi dememin nedeni; Türkiye’nin dokunduğu bu hassas ülkelerin neredeyse tamamında suni ve geçici güzellikler görülmesine karşın kısa bir süre içinde tepe taklak olmalarıdır. Hem Türkiye’ye hem bu ülkelere ağır bedeller ödettirildi. Filistin direniş cephesi, iki devletli çözümü kabul etti. Mavi Marmara ile one minute süreçleri, Gazze ablukasını daha da tahkim etti. Mısır’da İhvan, kısa süren zaferi sonrasında çöküş sürecine girdi. Mısır’ın düşmesi, Kudüs cephesinde de yeni bir süreç başlattı. Siyonizm ile normalleşme anlaşmaları bir birini izledi. Yüzyılın ihanet anlaşması imzalandı. Ortadoğunun yeni aktörü Siyonizm haline geldi. Kudüs’ün başkent ilan edilmesi ile Golan Tepelerinin ilhakı, bunun en güzel göstergeleri oldular. Yeni ittifak, işgal rejiminin güvenliği merkezli oldu.
Tunus’ta da farklı bir süreç yaşanmadı maalesef. Gannuşi, olabilecek en ılımlı çizgiye çekilmek zorunda bırakıldı. Bütün ideallerine çizgi çekerek meclis başkanlığı koltuğuna gömüldü. Sudan çok daha kötü bir sürece maruz kaldı. Hasan Turabi’yi de, Ömer El Beşir’i de bitirdiler. İslami yönetimi kaldırıp Siyonizm ve Birleşik Arap Emirlikleri ile son derece uyumlu laik bir sistem getirdiler.
Bugün Doğu Akdeniz ve Libya’da ve aynı şekilde Suriye’de Türkiye’ye bedel ödettirilmeye devam ediyor. Ermeni soykırım hikayesi de yine aynı amaçlıdır. Türkiye, Biden sorasında dış politikasında ciddi bir değişime gitti. Ya da değişmek zorunda kaldı. İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ülkeleri ile yeniden dostane ilişkiler geliştirmeye çalışıyor. Ancak bu, o kadar ucuz olmayacak. Mısır ilişkilerin normalleşmesini çok ağır şartlara bağladığı halde TBMM’de tek taraflı Mısır dostluk grubu kuruldu.
Türkiye, güdümlü dış politikasını sona erdirmelidir. Belli esaslar, sabit ilkeler ve büyük hedefler koyarak adalet ve insanlık merkezli bir dış politikayı hayat felsefesine dönüştürmelidir. ABD başkanlarına göre veya farklı konjonktürlere göre değişkenlik gösteren politika, küçültmekten başka bir şey kazandırmamaktadır. Türkiye’yi batıya yamalayanların elleri siyasetten çektirilmelidir.
Doğu bloku dediğimiz Rusya ve Çin, batı blokundan daha mı iyi? Hayır, asla. Felsefesini sömürü ve kan üzerine kuran büyük güçler ile hiçbir zaman müttefik olunmaması gerektiğine inanıyoruz. Zira onlarla yapılan ittifaklarda hep onlar kazanmakta, diğerleri onların çıkarlarına sadece hizmet etmektedir. Belki onlarla savaşma lüksümüz de yoktur. Diğer bütün ülkeler gibi askeri ve ticari anlaşmalar yapmak ayrı, müttefik olmak ayrı bir şeydir. Daha fazlası külliyen zarardır.