Çok değil henüz günler öncesinde Körfez bölgesinde olası İran-Amerika savaş senaryoları almış başını gidiyordu.
Trump ve etrafını saran siyonist çetenin tehditleri, İran’a dönük kapsamlı ambargoların yanı sıra yönelecek olası saldırı ihtimallerinin daha fazla görünür olmasına yol açmıştı.
Ancak son zamanlarda süren ambargoya rağmen savaş ve saldırı kavramları giderek soğumaya başlamış görünüyor.
Çokça konuşulan Amerika kaynaklı saldırı senaryoları, giderek yerini “İran’ın saldırı tehdidine” ve “Amerika ile müttefiklerinin çıkarlarının korunması”na dönük “savunma” stratejisine indirgenmeye başlandı.
Çizilen tablo, ilk günlerin aksine, İran’ın Körfez’deki teknelere füze yerleştirmeye başladığı, Irak’tan Lübnan’a uzanan hatta yerel partnerleri aracılığıyla Amerikan üslerine ve müttefiklerine ait stratejik noktalara saldırı hazırlığı içerisinde bulunduğu iddiaları, meşhur “İstihbarat spekülasyonlarıyla” desteklenerek piyasaya sürülmeye başlandı ve bu tür spekülasyonlara hala devam ediliyor.
Buna göre durum gayet kritikti ve en başta “müttefikler” olmak üzere herkesin kendi tedbirini alması gerekiyordu. Hele ki İran’ın meşhur uzun menzilli balistik füzeleri var ki, Körfez bölgesindeki tüm müttefikler acilen hava savunma sistemleri tedarik etmek mecburiyetindeydi!
Şimdi şunu soralım;
Ne oldu da, bölgeye savaş gemileri, destroyerler, uçak gemileri, patriot bataryaları göndererek saldırı sinyalleri veren ABD, bir anda pozisyon değiştirerek “İran tehdidine” ve bölgesel müttefiklerini acil koruma tedbirleri almaya sevk eden bir vaziyet almaya başladı?
Amerika’da Beyaz Saray’ın dış politikası üzerinde etkili olan iki lobiden biri petrol, diğeri ise silah şirketleridir. Petrol şirketleri sükûnet; silah şirketleri ise gerginlik politikaları üzerinden iş yapar.
Türkiye’nin Rusya’dan almayı düşündüğü S-400 savunma sistemleri üzerine Amerikalıların kopardıkları devasa gürültü, aslında Amerikalıların tekelinde olan silah pazarlarının bir başka rakip güce kaptırılmaması mücadelesinden ibarettir.
Hava savunma sistemleri konusunda yıllarca propagandası yapılarak efsaneleştirilen Amerikan menşeli Patriot sistemlerinin, Rus yapımı S-400 sistemleri karşısında bir tür sapan durumuna düştüğü fark edildiğinde Türkiye dahil bir çok ülke, S-400 sistemlerini tedarik etme arayışına girdi. Türkiye, Ruslarla nihai anlaşmaya imza attı, Suudi Arabistan Ruslarla “ön anlaşma” imzaladı, Katar anlaşma imzalamak için Ruslarla görüşme trafiğini hızlandırdı. Hem S-400 farkı, hem de Patriot tedariki karşısında Amerikalıların işi ağırdan alması, kendi sistemlerinin piyasada alıcı bulması için satışa hazır olan Rusya’nın gösterdiği kolaylıklar ve fiyat farkları, ister istemez bölge ülkelerini Rus silah pazarına yöneltti.
Sistemlerinin kalitesizliği, fiyat farkı ve satış işlemlerini ağırdan alması ile meşhur Amerikalıların, bir tür ipotek altına aldıkları silah pazarının elden gidişine seyirci kalmaları beklenemezdi elbette. Bunun için Türkiye üzerinden kopardıkları S-400 tehditleri ile diğer Körfez ülkelerine ayar çekerken, alternatif olarak kendi Patriot vb. sistemlerini pazarlamak için de acilen kritik bir durumun oluşmasına ihtiyaçları bulunmaktaydı. Savaş tehlikesi, her an ateşlenmeye hazır İran’ın balistik füzeleri ve müttefiklerinin acilen alması gereken tedbirler, Körfez’deki müttefikleri zaman kaybetmeden savunma materyallerini tedarik etmeye sevk edecekti. Nitekim oluşturulan “İran tehlikesi” ile şu an Körfez’deki Amerikan müttefiklerinin en büyük sorunu, savunma pozisyonuna geçmeleri ve olası tehlikeler için savunma sistemlerini tedarik etmek olmuştur.
Türkiye’nin S-400 alımı üzerinden kopartılan fırtınalar ve savrulan tehditler karşısında Amerikan müttefiklerinin Rus pazarına yönelme ihtimali imkansızlaşırken, acil tedarik ihtiyacı ister istemez söz konusu müttefikleri Amerikalıların köhne sistemlerine mecbur edecektir.
Amerika’nın yeniden alevlendirdiği Körfez krizi elbette birinci hedef olarak İran’a diz çökertmektir. Ancak bir taşla birden fazla kuş vurmak, Amerikan haydutluğunun en belirgin karakteristik özelliğidir.