Çıplak gözlerimizle değil, ancak dev mikroskoplarla görebildiğimiz bir yaratık çıktı meydana, 7 milyar insan neredeyse korkudan olduk deli divane!
Görmüyoruz, göremiyoruz, ama koronadan korkuyoruz… Bu göremediğimiz yaratığın şerrinden korunmak için evlerimize çekilmişiz. Ona görünmemek için saklanıyoruz, ama yine de kendimizi güvende hissedemiyoruz. Ya evimize gelirse… Ya birilerimize bulaşırsa… Hatta ya bulaştı da biz hala bilmiyorsak… Ya bunu bildiğimizde de artık iş işten geçmişse… Soru üstüne sorular ve korku üstüne korkular…
Hâsılı insanız, korkuyoruz. Bundan daha doğal ne var? İnsanız, korkuyoruz. Önemli olan bu korkumuzun bizi nereye sürüklediği veya bizim korkumuzu ne ölçüde kontrol altında tuttuğumuzdur. Bu vesile ile şunu da gördük, akıllarını birilerine teslim edenler, hayatlarını şu veya bu dinin, şu veya bu tanrının ve şu veya bu şeyhin koyduğu kurallara ve kanunlara göre düzenleyenler de akıllarını başlarına alıyorlar ve sorguluyorlar. İster içinden olsun, ister sesli, ister tek başına olsun, düşünüyorlar, soruyorlar ve sorguluyorlar. Bilmediklerini bilmeye ve bildiklerini yaşamaya çalışıyorlar. Ölümün her türlüsünün olduğunu ve o an geldiğinde teslim olmaktan başka bir yol denemenin beyhude olduğunu biliyorlar. En önemlisi de ölümün yeni bir hayata açılan kapı olduğunu biliyorlar. Bu gruptaki insanların korkuları makuldür ve uygundur. Ama buna karşılık diğer insan gruplarının korkuları karamsarlıktır, tükenmişliktir ve ümitsizliktir.
Belki onun içindir ki, çok mu, çok korkuyorlar. Bakınız, en çok korkanların başında tanrılık taslayanlar geliyor. En fazla korkanlar, en çok öldürenlerdir. İnsanlara, hayvanlara ve tabiata atom atanlar, bombaların anasını atanlar ve öldürdükçe öldürmeye doymayanlar korkuyorlar. Suyumuzu zehirleyenler, gıdamızı, meyvemizi ve tahılımızı ifsat edenler çok korkuyorlar. Alın terimizden çalıp biriktirenler korkuyorlar. Ve kimilerimize göre beş kuruşluk bir makam için din, haysiyet, şeref ve kısaca bütün kutsallarını ayakların altına alanlar korkuyorlar.
Bu yaşlı dünyamız kim bilir belki ilk olarak birkaç gün veya hafta gibi kısa olsa dahi, kansız, kinsiz ve çığlıksız bir havayı teneffüs ediyor. Hakeza karadaki ve sudaki canlılar da öyle. Böyle giderse, denizler, nehirler, insanın, “keşke korona uzun süre kalsa de bu kötülerin yokluğundan dereler, çeşmeler ve kuyular tekrar doğal hallerine dönseler” diyesi geliyor. Biz canlılar da böylece suyun tatlısından da tuzlusundan da haz duyabileceğiz. Çünkü bu korona meydana çıktı çıkalı tabiata ve tabiattakilere musallat olan o kötüler inlerine kaçtılar. Eminim ki, hepimiz korktuğumuz halde, bazılarının korktuğunu görüyor olmamız bizi o kadar sevindiriyor ki, kendi korkumuzu unutuyoruz. Bu kötülerin korktuğunu gördükçe insanın aklına bir anlığına, “keşke korona hiç gitmese” diyesi geliyor. Ama ne ki, korona insanlar arasında zengin, fakir, iyi, kötü, din, milliyet, renk ve dil farkı gözetmediği ve biz kendimizi, iyi bildiğimiz insanları da vurduğu için, kalmasını istemiyoruz. Fakat bu vesile ile şu soru üzerine kafa yorabiliriz: Bu kötülerin kötülük yapmamaları için illa da bir koronanın mı çıkması gerekir? Mesela kötüler için birer korona olamaz mıyız? Bu soruyu zihnimizin bir yerine not ettikten sonra hep birlikte bu kötülere birkaç soru soralım.
Örneğin, siz ey “we are a great nation” diye böbürlenip elinizdeki atom bombaları, nükleer silahlar ve zehirli gazlarla milyonlarca insanı öldürenler… Siz ey dünyamızı, suyumuzu, havamızı kirletenler… Siz ey meyvemizi, sebzemizi, gıdamızı ifsat edenler… Neden bu koronaya bir fiske bile vuramayacak kadar güçsüzsünüz?
Siz ey “bir Türk dünyaya bedel” diyenler, neden sığındığınız hiçbir yer sizi koronadan koruyacak kadar güvenli değildir?
Siz ey renginizden ve milliyetinizden ve dilinizden olmayanları hem de milyonlarca öldüren, süren ve köleleştirenler… Siz ey bazı kavimleri inkâr edecek kadar cehalete boğulanlar… Ve siz ey insanları kendi dillerini konuşmaktan mahrum bırakacak kadar vahşileşenler… Evet, bütün bu kötülüklere ve daha fazlasına yetecek kadar gücünüz varken, neden koronaya bir tekmeniz bile yok? Kutsadığınız ve milliyetlerinizi vatanlarınızı, bayraklarınızı, devletlerinizi, sınırlarınızı, tekkelerinizi ve yaşadığınız değil, teslim aldığınız değerlerinizi kuşanın da koronaya karşı bir set oluşturunuz! Mümkün mü?
İster sessiz düşünelim, ister sesli, ama şu bir gerçek ki, bir tek Allah’a inanan bizler de, birden çok tanrısı olanlar da yeni soruların muhatabıyız. Koronaya karşı en çaresiz ve en güçsüz olanlar da akıllarını yerli yerinde kullanmak yerine devletlerini, milliyetlerini, bayraklarını dinlerini ve mezheplerini başkalarına tahakkümün aracına dönüştürenler oldu, olmaktadır. Koronanın bu evrensel boyutu bu insanları da o akıl tutulmasından kurtarır mı, göreceğiz. İnancım o ki, korona sonrası da kötüler yine işlerinin başında olacaklardır. Bu nedenledir ki, bana göre asıl sorun kendilerini iyi görenlerde, mesela kendimizde. Yani biz de yükümlülüklerimizi yerine getirecek miyiz, getirmeyecek miyiz? Örneğin, hiçbir milliyet, renk, din ve dil ayrımı yapmaksızın hepsinin can, mal, akıl, nesil ve inanç güvenliğini sağlamak için mücadele edenlerden mi olacağız, yoksa kötülerden mi? Doğru ölçen ve doğru tartanlardan mı olacağız, yoksa diğerlerinden mi? Hakkı ve adaleti gözetenlerden mi olacağız, gasıplardan mı?
Her halükarda güzel sonuç, İbrahim gibi, Yaratıcıdan başlayarak her şeyi sorgulayan, her şeyi yerli yerine koyan, kötüler ister ateşle gelsinler ister bir Nemrut gibi, evet, güzel sonuç iyilerin olacaktır. Bizim de irademizi kimden ve hangi cepheden yana koyacağımız bize kalmıştır.