Mustafa Karaalioğlu (Karar):
“Üye olmak veya olma ihtimalinin düşüklüğü başka bir konu ama bu yolda kalmak Türkiye için her durumda faydalıdır. Bu gerçeği ıskalamayalım… Bu yola, AB istediği için değil biz talep ettiğimiz için girmiştik, bunu da unutmayalım.”
Mesela hangi faydaları var Mustafa Bey?
AB'nin ayırımcı ve ötekileştirici politikaları var.
AB ülkelerinde aile kavramının nerdeyse bir karşılığı yok!
AB ülkelerinde İslami değerlere her türlü hakaret serbesttir.
FETÖ, PKK ve diğer sol örgütleri “pratikte” terör örgütü olarak kabul etmeyen AB, Müslümanlar için aynı tutum içinde değildir.
AB ülkelerinde her yıl yüzlerce cami kundaklanmaktadır.
AB'de insanlık ve insani değerler değil çıkarlar önemlidir. Sömürdükleri ülkelerin insanları mülteci olarak geldiğinde onlara insanca muamele etmez.
Ve Mustafa bey!
Mevcut hükümetin AB'de bu kadar ısrar etmesinin tek nedeninin vesayet gruplarının etkisini kırmak olduğunu bilmiyor musun?
Ama pardon, senin muhalefet etmen gerekirdi, değil mi?
Kemal Öztürk (Yeni Şafak):
“Liyakat ve ehliyet meselesi, 15 yıllık AK Parti iktidarları döneminde, bu son dönem kadar hiç gerilememişti.
İlk yıllarda hatırlıyorum, Erdoğan ve diğer yöneticiler, kurumların başına birini atarken, kılı kırık yaran bir titizlikle hareket ederlerdi. Şimdi bu hassasiyet çok azaldı maalesef.”
Kemal Öztürk, Anadolu Ajansına müdür olarak atanmasının önemine ve görevden alınmasının da haksızlık olduğuna inanmış olabilir. Belki de kendisi çok daha önemli görevlere layıktır, bilemeyiz; ama sadece kendisini gösteren panoramik gözlüklerle bakmaktan vazgeçerse başka şeyler de görebilir. Mesela bu 15 yıl içerisinde “Ne istediler de vermedik” sözüne binaen en önemli bürokratik görevlerin “kılın kırk yarılmasıyla” Gülen grubuna tahsis edildiğini ve bu noktada tek liyakat ve ehliyet şartının Pensilvanya olduğunu gözden kaçırırsa kendisine bir göz doktoruna danışmasını tavsiye edeceğim.
Ve Kemal Öztürk “Şimdi bu hassasiyet azaldı maalesef” diyor.
“Buyur, burdan yak!” diyeyim artık.
Nuh Albayrak (Star):
“Dinler arası diyalog”un, “Peygamberimizi fonksiyonsuz hale getirerek İslamiyet'i de diğer tahrif edilmiş dinlerle aynı mesabeye indirmeyi amaçlayan, Vatikan güdümlü bir proje” olduğu artık herkesin kabul ettiği bir gerçektir.
Kutlu Doğum Haftası da bunun bir parçasıdır.
Nitekim yıllardır uygulanan yoğun programlarla “Kutlu Doğum Haftası, yeni nesillerin zihninde, Mevlid Kandili'nin yerini almaya başladı bile.”
Bu nasıl bir çelişki Allah'ım!
Peygamberimizi fonksiyonsuz hale getirenler, Peygamberimizi gündeme getirmek için Kutlu Doğum Haftası tertip ediyor!
Kutlu Doğum Haftası, Mevlid'in yerini aldı diyen adam Mevlid'in kelime anlamının “doğum” olduğunu ve “Mevlid”in, Peygamberin “Kutlu Doğum”unun anlatıldığı bir şiir türü olarak edebiyata girdiğini biliyor mu?
Bu zihin dünyasını anlamak zor!
Albayrak, öyle bir zihin dünyasının ürünü ki, Arınç'la olan polemiğinde şunları yazdı:
“Sayın Arınç, "Hüseyin 'alçakça' şehit edildi" demek şuurlu mümin alameti değildir. Bize yakışan olanlara üzülmek ama dilimizi de tutmaktır.”
Hayır, yanlış anlamadınız!
Bazı akide kitaplarımızda (Taftazani) kendisine lanet okunan Yezid için “alçak” denmesine karşı çıkıyor Albayrak!
Görev yaptığı medya grubunda bir tarafta İbrahim Tatlıses ve Gülben Ergen, müzik programları yaparken diğer tarafta bir “hoca” çıkıp “Müzik dinlemek haramdır, zevk almak küfürdür” diyebiliyordu. Ve ilginçtir ki, hem o şarkıcılar, hem o “hoca”, hem de Albayrak, Enver Ören'den para alıyorlardı.
Arslan Bulut (Yeniçağ):
“Şimdi geriye doğru bakınca ne görüyoruz? Sürecin bir kısmı anlaşıldı; ama Türkiye daha büyük tuzağa düştü!
FETÖ, anayasal düzeni, silâh zoruyla değiştiremedi!
Anayasal düzen, 16 Nisan'da hileli bir referandumla değiştirildi!
FETÖ, bu işi silâh zoruyla yani cebren yapmak istedi, yapamadı! 16 Nisan'daki hileli referandumda ise rejim değişikliğine geçiş süreci başlatıldı!”
Tamam, da yani ne demek istiyorsun?
Diyelim ki rejim değişti; hileyle ya da hilesiz, siz ne yaptınız?
15 Temmuz darbesine karşı olanlar canları pahasına karşı durdular, ya siz..?
“Rejimin değişmesini istemeyenler koalisyonu” yani Öcalan, Kılıçdaroğlu, Perinçek, Akşener, liberaller, komünistler, Saadetçilerin bir kısmı, canını dişine takıp çalışmadı mı?
Birileri Kuva-yı Milliyeden söz ederken, birileri de Samsun'dan, Amasya'dan, “Denize dökmek”ten söz etti.
Tüm Avrupa ve Amerika, Türkiye'nin rejiminin değişmemesi için çabaladı; Amerika ve Almanya ajanlarını saldı alana, Hollanda köpeklerini…
Ama yetmedi değil mi?
Karşınızda tanklar yoksa da sandıkların altına yatmalı, güneş batıdan doğsun diye direnmeliydiniz.
Ama olmadı…
Engin Ardıç (Sabah):
“Halkınızla uzaktan yakından bir ilginiz yok. Ne Türkiye'yi tanıyorsunuz, ne işçinizi, ne köylünüzü. Ne tarihinizi biliyorsunuz ne coğrafyanızı.
Bürokrasi diktasına payanda olmaktan, vesayeti desteklemekten de utanmıyorsunuz. Bunu ilericilik sanıyorsunuz. Sizi döne döne acımadan "kıran" ve hep kırmış adamlara biat ediyorsunuz. "Kenan'ın anayasasını" bile savunacak kadar yerlere düştünüz.
Ülkenin gelişmesine ve ilerlemesine de karşı çıkıyorsunuz, "ya biz yaparız ya da hiç olmasın" diyorsunuz...
İnsanları yoklukta ve yoksullukta eşitlemekten, kan ve gözyaşı vaat etmekten başka bir projeniz de olamadı...
Kürt milliyetçiliğini solculuk sanıp destek verecek kadar ahmak, Alman gizli servisine bedava kulluk edecek kadar da safsınız...”
Engin Ardıç yine döktürmüş ve yoruma gerek bırakmamış.
Yine de solcuların Ardıç'ın son cümlesi üzerinde biraz düşünmeleri gerekir sanırım.
Biliyorsunuz “Tarihin sonu” tezine göre “kemale erişen” liberalizm, diyalektik formülizasyonu içerisinde “tez” haline gelecek ve “Hadi bana eyvallah!” diyecek.
Hazırlıklı olmak lazım.
Ertuğrul Özkök (Hürriyet):
“Bu ülkeyi en az benim kadar sevdiğinden emin olduğum makul AKP'lilere çok samimi olarak sormak istiyorum..
Allah aşkınıza elinizi kalbinize koyarak söyleyin...
İHH militanlarının Mavi Marmara gemisine binip israil'e gitmeye kalkışmasını tasvip ettiniz mi?..”
Adam işgal edilmiş toprakları “israil” diye tanımlıyor ve bunu içselleştirmiş; ama “Allah aşkına” deyip meseleye başka bir yerden girmeye çalışıyor.
Kelime kelime bir daha izah edelim:
Mavi Marmara gemisi, israil'e değil, ambargo altındaki Gazze'ye yardım götürüyordu ve uluslararası sularda Siyonist terör çetesinin vahşi saldırısıyla karşılaştı.
Özkök'ün pahalı şaraplardan dolayı sulanan kafası bunu bir türlü anlayamıyor.
Fikri Sağlar (Birgün):
“Önce demokrasiyle özdeşleşmek, kafalarda ve vicdanlarda cesurca yola çıkmaya karar vermek, sonra tüm sol güçlerin bir araya geleceği yeni bir siyaset yapma biçimi ve yapısıyla alanlara, sokaklara mahallelere çıkmak!..”
Referandum bitti, artık herkes evine!
Fikri Sağlar, “Tüm sol güçler”i, Meral Akşener “Sağ güçler”i, olmadıysa Abdullah Gül ile “merkez güçler”i toparlama zamanıdır.
Herkes kendi usulüyle çıkacak tabii.
Abdullah Gül “uygun bir zemini”, Meral Akşener, “tünelin ucundaki ışığı”, Fikri Sağlar ise “çav bella” eşliğinde devrimi bekliyor.
Hadi bakalım.