2019 Kuala Lumpur Zirvesi iki açıdan dikkat çekiciydi:
Birincisi; Zirvede söylenenler… Bir irade beyanı olsa da bunun gelecekte pratiğe geçip geçmeyeceğini zaman gösterecek.
İkincisi; Suudi krallığının yaptığı baskılarla katılımı engellemeye çalışması ve zirveyi değersizleştirme çabaları.
Kuala Lumpur zirvesi; Türkiye, Pakistan ve Malezya’nın daha önce oluşturduğu üçlü mekanizmanın devamı ve genişletilmiş hali. Suudi’nin engelleme çabaları katılımı sınırlandırırken Pakistan’ın dışişleri bakanlığı düzeyinde katılmakla yetinmesi ve Endonezya’nın katılmaktan vazgeçmesiyle bu kez “Beşli Zirve” şeklinde gerçekleşti. Katar ve İran yeni katılımcılar arasında yerini aldı.
Konuşma yapan liderler, öne çıkardıkları can alıcı temalarla İslam dünyasının bugünkü sancılarının derinliklerini eşelediler. Değinileri, İslam ülkelerini temsilen İİT teşkilatının hayli ötesindeydi. Suud ve maddi imkânlarıyla esaret alıp “Yüzyılın anlaşması” sekreteryasına dönüştürdüğü İİT sekreterinin tepkisi de zaten bundandı.
Zirvede neler konuşuldu?
Liderlerin açılış konuşmaları tek kelimeyle mükemmeldi. Düzenlenen forumlardaki açıklamalar da öyle.
Hasan Ruhani ve R.Tayip Erdoğan’ın İslam dünyasının içinde bulunduğu duruma dönük söyledikleri genellikle bilinmektedir. Gözden ırak olduğu için medyamızdan da ırak olan Mahathir Muhammed’in seyrek de olsa bazı sözlerini duysak da zirve açılışında yaptığı tespitler, zirvenin rotasını çizen bir özeti gibiydi:
* Müslümanlar ve İslam bugün terörizm ve kötü devlet yönetimiyle eşit görülüyor. Mevcut durumumuzu dürüst bir şekilde değerlendirecek olursak kabul etmeliyiz ki dinimiz iftira ve hakaretlere maruz kalmaktadır.
* Müslümanlar tarihte gelişmiş medeniyetler inşa etti ve İslam'ın öğretilerini dünyaya yaydı. Fakat bugün dünyanın saygısını kaybettik. Biz artık ne bilimin kaynağı ne de insan medeniyetinin rol modeliyiz.
* İslam medeniyetinin çöküşü 15. yüzyılın ortalarında başladı. O dönemde Müslümanlar İslam ilimleri dışında ilim tahsilini göz ardı etti. İslam âlimleri birbirinden ayrılan din yorumlarıyla ortaya çıktı. Bunun neticesinde birbiriyle kavgalı farklı akımlar belirdi.
* Bugün hiçbir Müslüman ülke gelişmiş olarak tanımlanmamaktadır. Bütün servetlerine rağmen bu ülkeler gelişmekte olan sınıfındadır. Bu ülkeler maalesef zayıf ve İslam ümmetini korumada yetersiz kalmıştır.
* Kur'an-ı Kerim'de Allah, Müslümanlara sadece gayret göstermeleri halinde yardım edeceğini vurguluyor. Biz bunu yapıyor muyuz? Evet, belki cihat yaptığımızı sanıyoruz ama bizim yaptığımız cihat, Allah'ın yasak ettiği şeyleri içeriyor. Kur'an açıkça öldürmeyi yasak ediyor, ama Müslümanlar ayrım yapmaksızın birbirlerini öldürüyor. Bu mudur İslam için cihat?
* Son yüzyılda yapılan önemli icatların hiç birisi Müslümanlar tarafından yapılmadı. Bu icatların hepsini şu an biz kullanıyoruz. Bu da yeteneklerini kalkınmayla sonuçlandırmış milletlere bağımlı olduğumuz manasına geliyor.
Biliyorsunuz, İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) diye bir mekanizmamız var. Bu mekanizmanın şimdiye kadar hangi rolleri icra ettiğini ne bilen var ne de duyan. Peryodik toplantılar dışında neye yaradığını bilen bir Allah kulu henüz çıkmadı ortaya. Toplantılardan geriye kalan tek şey, şiş göbekler üzerine serilmiş beyaz entariler altında armoni mızıkasını andıran takunya seslerinin kulaklarda bıraktığı “Hoş bir seda” dışında.
İİT ve benzeri teşkilatlar geldikleri nokta itibariyle bir şeyler yapmak isteyen Müslüman ülkeleri sınırlandıran tipik bir statükocu kuruma dönüşmüşken, Kuala Lumpur zirvesinde olduğu gibi yeni arayışlar, statüko bekçiliği yapanların şimşeklerini üzerine çekmekte gecikmedi. İslam dünyasının kronik sorunları yüksek sesle dillendirilecek farklı platformların gereği ortadayken, statükocuların bu tür girişimleri sabote edici faaliyetleri de kaçınılmazdı. Zirveyi İİT’ye alternatif bir oluşum olarak görmekten hareketle Suudi krallığı devreye girip katılımcıları engellemeye girişti. Kral Abdullah bizzat Mahathir Muhammed’le telefon görüşmesine yöneldi. İİT sekreteri ise açıklama yayınlayarak, “İslam İşbirliği Teşkilatı dışında zirve veya toplantı düzenlemek İslam ümmetinin yararına olmayacaktır” dedi.
Suudi medyası ise İran, Türkiye ve Katar’ı “Şer üçgeni” olarak niteleyerek, zirvenin asıl amacının İİT’ye alternatif arayışlar olduğunu, ambargolarla boğuşan İran’ı kurtarmaya çalışmayı hedeflediğini, zirvede önemli yer tutan Filistin meselesinin “Osman’ın kanlı gömleği” niyetine kullanıldığını belirterek kraliyetin bakış açısını ortaya serdi.
Finansal liderliğini Mısır’dan kotarılan siyasi liderlik konumuyla pekiştirmiş olsa da diplomatik teammüllere halen alışamadığı görülen Suudi krallığı, uluslar arası ilişkilerde ilginç bir “Diplomatik profil” çizmeyi sürdürmektedir. Küresel aktörlerle ilişkisi, efendisi ile “Azad edilmeyi bekleyen köle” ilişkisinin ötesine geçemezken, İslam dünyası ve iç sorunlar karşısında tipik bir “Bedevi diplomasisi” yürütmeye devam ettiği gözlerden kaçmamaktadır.