Filistin'in Arap yiğitleri, yüzyıldır Siyonizme karşı dururken çevrelerindeki ülkelerin “Arap” olarak bilinen kesimlerinin ihanetiyle yüz yüze kalıyorlar. Bunların en bariz örneklerinden biri, Kudüs'ün ABD tarafından israil için başkent ilan edildiği günlerde bir Bahreyn heyetinin “This is Bahreyn (Bu Bahreyn'dir)” adı altında sözde hoşgörü ve barış adına israil'e gitmesidir.
Müslümanların israil'e öfke kusup Malezya Savunma Bakanının “Ordumuz Kudüs için daima hazır” açıklamasını yaparken, Türkiye, İslam İşbirliği Teşkilatı'nı toplayıp Filistin'e yönelik somut kararlar almaya çalışırken Bahreyn'in bu tutumu ve bunun Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri'ne uzanan yönü… Aslında Kudüs probleminin güncel yanı için Evanjelizm üzerinde durulması gereken bugünlerde, tarihî köklere yönelip Bedevî problemi üzerinde durmayı zorunlu kıldı.
Bedevî, şehirli bir toplum olan Araplardan farklı olarak “çöl Arabı” diye adlandırılır. Kur'an-ı Kerim'de kendilerinden Aʿrab diye söz edilir. “Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah'a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” (Hucurât 14)
Bedevî problemi, Hz. Peygamber (S.A.V.) günlerinde, teslim olma boyutunda kaldı; Hz. Ebû Bekir (ra) döneminin başında “irtidat” boyutuna ulaştı; Hz. Ali (ra) halifeliği döneminde karşımıza Necid Çölü merkezli bir Haricilik olarak tezahür etti. Müslümanlar daha o ilk günlerde onlarla uğraşmak durumunda kaldı.
Emeviler devrinde “devletin gücünün yerleştirilmesi için” vicdandan yoksun bir asayiş gücü olarak görev yapan Bedevîler, Abbasîler devrinde kitleler hâlinde İsmailîliğe intisap ederek Bahreyn merkezli Karamatilik olarak (ki Bahreyn kralının Karamatî kökenli olduğuna dair iddialar vardır) İslam dünyasını kasıp kavurdu. Bugün Kudüs'ten bahsediyoruz oysa Bahreyn merkezli Bedevî Karamatiler, bir zamanlar Kâbe-i Şerif'e hücum ettiler; Hacerü'l-Esved'i alıp çöllerine götürdüler; Müslümanlar, yıllarca Hacerü'l-Esved olmadan haclarını yaptılar; daha doğrusu Hicaz'a ulaşabildilerse haclarını yaptılar, zira Karamatîler, hac yollarına pusu kurdular, erkek hacıları hunharca katlettiler, kadın hacıları çöllerine götürdüler.
İslam dünyasını derinden sarsan bu acı sürecin ardından Bedevîler bir kez daha Haçlı işgali devrinde Haçlılara yolları gösteren, Müslümanlara karşı onların yanında yer alan bir topluluk olarak göründüler.
Kudüs'ün fethi için ortam hazırlayan Nûreddin Mahmud Zengî Hazretleri, Bedevî problemine el attı; ilk hâkimiyet alanı olan Şam bölgesinde Hacılara saldırmasınlar, soygun yapmasınlar, Haçlılara haber ulaştırmasınlar diye onlara iktalar verdi; buğday ihtiyaçlarını karşıladı, geçim olanakları oluşturdu. Ne var ki Bedevîler tüm Arap yarımadasına yayılmıştı, Şam merkezli bu önlem, Bedevî problemi için yeterli olmamıştı.
Kudüs fatihi Selâhaddin-i Eyyûbî için Bedeviler, en büyük problemlerden birini teşkil etmeye devam etmişlerdir. Amcası Şîrkûh'la beraber II. Mısır Seferi'ne çıktıklarında amaçları gizlice Mısır'a girmek iken Bedevîler tarafından Haçlılara şikâyet edilmişler, yanlarında bulunan Türk ve Türkmenlerle birlikte kahramanca direnmeselerdi, imha edileceklerdi.
Selâhaddîn Hazretleri, Mısır'a hâkim olduktan sonra bir kısım Bedevî'yi iktalar vererek safına çektiyse de Bedevî problemini aşamadı.
Fakih İsa el-Hakkarî, Nûreddin Mahmud günlerinin “mücahid alimler”indendi; asker gibi kuşanıp ulema sarığını başına koymasıyla bu ulema kesiminin simgesi hâline gelmişti. Selâhaddîn Hazretleri'nin amcası Şirkûh'tan sonra vezir olmasında en büyük pay ona aitti; Selâhaddîn'in hem dostu hem danışmanı hem kardeşi Zahiruddin el-Hakkarî ile birlikte güçlerinden bir güçtü.
Selâhaddin, Hicrî 573'te 20 bin kişilik bir orduyla Mısır'dan Haçlı istilası altındaki Filistin topraklarına yönelmiş ama Haçlılar tarafından tuzağa düşürülmüştü; vakada henüz çocuk yaştaki oğlu veya yeğeni Takıyuddin Ömer'in oğlu Ahmed şehid olmuş; İslam dünyasının sevilen şahsiyetlerinden, büyük kadı, fakih adam İsa el-Hakkâri ve kardeşi büyük mücahid Zahiruddin el-Hakkarî de çöllerde kaybolmuşlar, Bedevilerden kılavuz bulup yollarını bulmayı ummuşlardı. “Ama Bedeviler… Sözde yol gösterecek cahil adamlar… Ne anlarlardı ilimden, cihaddan! Koca fakihi, o alim mücahidi ve kardeşini tuzağa düşürüp birkaç kuruş karşılığında Haçlılara sattılar.” Haçlılar, savaşla elde edemediklerini Bedevîlerin yardımıyla elde etmişler; Selâhaddîn'in amca yadigârı, kara gün dostu, büyük yol göstericisi fakih düşmanın eline geçmişti. Bu vaka Selâhaddîn'in yaşamı boyunca aldığı en ağır darbeydi. Bununla birlikte Selâhaddîn, Bedevîlerle uğraşarak zaman kaybetmedi; Haçlılarla mücadelesine devam ederek bu zavallı cahillerin yola gelmesini bekledi. Fakih İsa, yıllarca esir kaldıktan sonra ancak 60 bin dinar ödenerek serbest bırakılmıştı. Selâhaddîn'in kendisi de bu vakada öylesine büyük bir tehlike atlatmıştı ki kardeşi Turanşah'a gönderdiği mektupta “Ant olsun ki defalarca ölümle burun buruna geldik fakat Allah, sadece olmasını istediği bir iş için kurtardı” diyordu.
Selâhaddîn Hicrî 575'te Şam bölgesinde iken Bedevîler, bu sefer kendisine gelip buğday talep ettiler. Ancak elde yeteri kadar buğday yoktu. Selâhaddîn, onları boş çevirirse hem yağma yapmaya başlayacaklar, kargaşa çıkaracaklar hem de Selâhaddîn'in gıda stoklarının zayıf olduğunu Haçlılara bildireceklerdi. Selâhaddîn, başka bir çare buldu. Kendisine yönelen tehlikenin yüzünü düşmana çevirdi. Bedevilere “Gidin Haçlılara saldırın, onlarda buğday çok” dedi.
Bedeviler, gruplar hâlinde Haçlı topraklarına saldırdı, Haçlıları rahatsız etti. Sonuç çok parlak değildi. Bedevi talancıları, profesyonel Haçlı Şövalyeleri karşısında varlık gösteremiyordu. Yine de Bedevilerle Haçlıların arası açılmış, aralarında bir bakıma kan davası başlamıştı. Bu durum, Selâhaddîn'i rahatlatsa da Bedevî problemi, Kudüs davasının önündeki engel olarak durmaya devam etti.
Selâhaddîn onlara iktalar verdiği hâlde Bedevîler, korsanlık yaparak hacılara zarar vermeye ve Haçlılara haber götürmeye devam ediyorlardı; nitekim Arap İslam âleminin yetiştirdiği en değerli şahsiyetlerden Selâhaddîn'in danışmanı ve kâtibi Kadı Fadıl, Hicri 576'da Selâhaddîn'in yeğeni ve Şam naibi kahraman Ferruhşah'a gönderdiği mektupta Bedevîler için “koynundaki yılan” diyordu. “Haçlılar, güçlüyken, Bedeviler vuran el, onların zayıf olduğu dönemde gören gözü idiler.” Haçlı askerlerine yol gösteriyorlardı, Haçlı esirlerini çöllerden geçiriyorlardı. Haçlılar hakkında bilgi toplama görevini yapmıyorlardı. Yolları korumuyorlardı. Sahte isimleri divan defterlerine kaydettirip haksız yere kazanç alıyorlardı. İktalar karşılığında Selâhaddîn'in ordusuna 5500 at yetiştireceklerdi. Görevlerini yapacaklarına arandıklarında Haçlı topraklarına geçiyorlardı. İyilikler onları düzeltmeye yetmiyordu. Ama “Acı elmayı su ile tatlandırıp yemek gerekiyordu.” Kadı Fadıl, liderlerini tutukla, sözlerinde duruncaya kadar onları bırakma diyordu Ferruh Şah'a. Selâhaddîn, nihayet Mısır ile istila altındaki Filistin arasında yer alan Mısır'ın doğusundaki Bedevilere tehcir uygulamak zorunda kaldı, onları o bölgeden çıkardı.
Bitti mi Bedevî problemi, hayır. Bedevîler, Osmanlı günlerinde de en önemli sorunlardan birini teşkil etmeye devam ettiler. Evanjelistler tarafından kullanılıp ümmetin mühim bir kesimini bir çatı altında toplayan Osmanlı'nın çökertilmesinde rol aldılar.
Ne yazık ki Fransız İhtilali'nden etkilenip Ümmete Fransız kalan kimi Osmanlı yöneticileri Bedevîlerin günahını tüm Araplara yükledi; Şam'ın, Bağdat'ın Arabının iyiliğini Bedevîlerin İngiliz işbirliği ile örttü; sorunu ırkçılığı yaymak için araçsallaştırdı.
Batılılar, onların bu “yumuşak gücü”nden istifade ettiler; itilenlere kucak açtılar; Müslümanların açığını yakalayıp çaresiz Şam, Bağdat Arabını dizginlerken Necdin, Bahreyn'in ve Körfez kıyılarının Bedevilerini Müslümanların başına efendi ettiler. Onların desteğiyle “Çöldeki çoban, gökdelenler dikti.” Bu, bugün Müslümanlar için bir kıyamete dönüşmüş gibidir. Zira mesele sadece askeri ve ekonomik değildir; bu kesim, aynı zamanda son yüzyılda Müslümanların yol göstericisi âlimler diye de öne sürdü; Müslümanlar, onların bitmez tükenmez atışmalarını, tartışmalarını “dini tartışma” diye görüp ağladı, sızladı. Ama bu arada ümmetin gençleri onların o doyumsuz iştahına bakıp İslam'dan soğudu.
Bugün birileri mezhebi şu veya bu topluluğun yaptıklarını öne sürerek Kudüs davasına zarar vermeye çalışıyor; Kudüs gençleri ellerindeki sapanla otomatik silahlara karşı koyarken Bedevîlerin ihanetini gündeme getirerek Müslümanları Kudüs davasında zayıf düşürmek istiyor.
Müslümanlar, bu oyuna gelmeyecek; Siyonistlerle mücadele etmek yerine Bedevîlerle mücadele etmeyecektir. Kudüs, Bedevîlere rağmen fethedilmiştir, inşaallah yine fethedilecektir.