Herhangi bir toprak parçası değildir Kudüs. Arzın arşa açıldığı kapı, yeryüzünde seçilmiş ilahi bir merkezdir. Beytullah ve Nebi Mescidinin yanında yer alan üçüncü bir tevhid üssüdür.
Aynı zamanda herhangi birilerine de ait değildir. Filistin halkının yaşam alanı olmasına rağmen, Kudüs onlara ait değildir. Belki onlarla birlikte tüm ümmete kalmış bir yadigârdır. Hz. İbrahim (as)’in kendi nesebinden tevhid ehline bıraktığı bir mirastır.
Bilindiği üzere Hz. İbrahim (as)’ın Kur’an’da zikredilen bir duası var: “Bir zamanlar Rabbi İbrahim'i bir takım kelimelerle sınamış, onları tam olarak yerine getirince: Ben seni insanlara önder yapacağım, demişti. "Soyumdan da (önderler yap, Ey Rabbim!)" dedi. Allah: Ahdim zalimlere ermez (onlar için söz vermem) buyurdu. (Bakara/124)
Burada açık olan bir şey var. Hz. İbrahim (as) Rabbine müracaat edip, bundan böyle gelecek peygamber/önderlerin kendi neslinden gelmesini istiyor. Allah bu duayı kabul ediyor. Ancak bir şerh koyuyor. O da Hz. İbrahim (as)’in kavminden olup, zalim olanların bu kabulün dışında kalacağıdır.
Kudüs’ün geçirdiği evrelere bakacak olursak, Mısır’ın Firavunlar dönemine kadar inmemiz gerekecek. Bu dönemde Rusalim diye anılan bölge, Yahudiler tarafından Yeruşelayim diye adlandırılmış. Hristiyanlar Jarusselam, Müslümanlar ise Darü’s-Selam demiş Kudüs’e. Aslında selamet yurdu veya dostluk şehri olarak nam salan bölge, 23 işgal 52 saldırı yaşamış bir yerdir.
Yukarıda duasının kabul edildiğini belirttiğimiz Hz. İbrahim (as)’in iki ayrı eşten iki oğlu olmuş: Hz. Hacer’den Hz. İsmail, Hz. Sare’den ise Hz. İshak. (Allah’ın selamı bu ailenin üzerine olsun) Sonra Hz. İshak’ın Yakup, Yakub’un ise Yusuf diye oğulları olmuş. Kenan Diyarı olarak bilinen yaşadıkları bölge; Sayda, Sûr, Beyrût, Filistin ve Suriye’nin bir kısmını içine alan yerdir.
Ancak Yusuf (as)’ın Mısır’a vezir olmasından ve babası ile 11 kardeşini Mısır’a almasından sonra İsrailoğullarının buradaki serüveni başlamış. Mısırlılar tarafından köleleştirilen bu kavim, Hz. Musa (as)’ın öncülüğünde tekrar Filistin bölgesine gelmişler. Ancak yolda iken buzağıya tapmaları, onların daha kutsal topraklara girmeye hazır olmadıklarını göstermekte idi. Bu nedenle 40 yıllık çöl imtihanları başlamış.
Belirtilen bölgede İsrailoğullarının kutsal topraklara girme çabası uzun yıllar almış. Bu soydan gelen peygamberler İsrailoğullarının hastalıkları ile uğraşmışlar ve bu uğraşı epey zaman almış. Bir krala sahip olmadıklarını söylemeleri üzerine kendilerine Talut idareci olarak atanmış ve bu dönemde Calut ile büyük bir savaş meydana gelmiş.
Ancak savaştan önce yaşadıkları imtihanı, büyük bir çoğunlukla olumsuz neticelendirmişler. Bakara Suresinde ifade edildiği üzere, kendilerinin önlerine çıkan bir ırmaktan su içmemeleri söylenmiş olmasına rağmen, büyük çoğunluğu bu suyu içmişler. Karşı tarafın kralı Calut (Golyat) mübareze savaşında Hz. Davut ile karşılaşmış ve öldürülmüş.
Talut’un vefatından sonra başa geçen Hz. Davut (as) zamanında, Kudüs şehrinin kutsal alanı şekillendirilmiş ve O’nun oğlu Hz. Süleyman (as) zamanında bu kutsal alanın üzerine Süleyman Mabedi inşa edilmiş. Hz. Süleyman zamanında geniş topraklara ve ordulara sahip olan devlet, O’nun vefatından sonra Yehuda ve İsrail diye ikiye ayrılmış. M.Ö. 586’da Babil Devletinin saldırısı uğramış ve büyük bir kıyımdan geçirilmişler. Kutsal kitapları bir kuyuya atılarak yakılmış.
İranlıların yardımıyla topraklarına geri döndüklerinde aralında zuhur eden Üzeyr (as), kuyudaki kutsal metinleri bir araya getirip, Yahudiliği tekrar yaşanılır hale getirmiş. Bunun için Üzeyr’i kastederek O’na Allah’ın oğlu demişler. Çok sonraları yine İsrailoğulları arasından çıkan Hz. İsa (as)’ı bu kez Hristiyanlar, Allah’ın oğlu diye vasıflandırmışlar.
Dolayısıyla bu ilahi dinlere şirk kiri bulaşmış oluyordu. Üstelik Yahudilerin Hz. Zekeriya, Hz. Yahya ve Hz. İsa’ya (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) yaptıkları tamamen tevhid davasına ihanet sayılan davranışlardı. Böylece Kudüs’ün, tevhid ehli yeni emanetçilerine devrinin zamanı gelmiş oluyordu.
Böylece Hz. İbrahim (as)’in oğlu İshak’ın yerine, diğer oğlu İsmail’den gelen nesebin Kudüs nöbetine sıra gelmişti. Çünkü tevhid akidesinin devam ettiricisi ve son temsilcisi, İsmail oğullarından Hz. Muhammed (sav) idi. Bu nedenle İsra ile Hz. Peygamber (sav) Kudüs’e getirilmiş ve burada peygamberlere imamlık yaparak namaz kıldırmış.
İcra edilen merasimden sonra Kudüs manen Hz. Peygamber (sav)’e teslim edilmiş. Fiziki olarak Müslümanlar hicri 17, miladi 638’de şehri teslim almışlar.
Hz. Peygamber’in yadigârı olan Kudüs şehrindeki Müslümanların nöbeti, çok zor şartlar altında da olsa günümüzde devam etmektedir.