Yeni bir Ramazan bayramına yaklaşırken Kudüs yine mahzun. Kudüs, yükü şehadet olan Selahaddinleri bekliyor. Kudüs'ün esaretini hatırlayacak ve bu hayasız esareti kıracak olan yiğitleri bekliyor. Ama İslam ümmeti sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranmaktadır. İşgal bulutlar, bütün ağırlığı ile Kudüs'ün semalarını kaplarken, bu esaret, gamsız ve dertsiz Müslümanlar için adeta hiçbir şey ifade etmiyor. Kudüs'ün özgürlüğünün merkezinde olduğu Filistin davası konusunda hiçbir gelişme ve iyileşme olmadığı halde, Müslümanların hassasiyeti her geçen gün toza toprağa karışıyor. İşgalci Siyonist çete değişmediyse ve işgal ortadan kalkmadıysa o halde ne değişti? Üzerimize adeta ölü toprağı serpilmiş. Artık sesimiz düşmanlarınızı korkutmuyor. Gençlerimiz her gün pervasızca katlediliyor. Kontrol noktalarında durdurulan gençlerimiz, sudan bahanelerle infaz ediliyorlar. Bu mübarek ramazanda Kudüs Yahudi çizmeleri tarafından çiğnenmektedir. Gençlerimiz Mescid-i Aksa'nın kapılarında şehit ediliyor.
O gençlerimizin naaşlarının fotoğrafı, aslında İslam ümmetinin durumunun ve Filistinli Müslümanların kimsesizliğinin fotoğrafıdır. Bir ramazan günü Mescidi Aksanın kapısında üç genç iftara kısa bir zaman kala mazlumca katledildiler. Genç kızlarımız benzer şekilde Kudüs'ün sokaklarında onur mücadelesini omuzlarken, şehit oldular. İslam ümmetinin toza toprağa karışan onurunu canları pahasına yerden kaldırmaya çalıştılar. Bu ve benzeri siyonist cinayetler karşısında İslam ümmetinin onurlu bir duruş ortaya koyması ve Siyonistleri caydıracak bir tepki göstermesi gerekirdi. Ama maalesef öyle olmadı. Hatta bu vahim cinayetler pek gündeme bile gelmedi. Evet, cinayetler devam ediyor. Kudüs, İslam ümmetinin ve insanlığın yarası olarak kanamaya devam ediyor.
Sözün burasında İslam ümmetinin duyarsızlığından dolayı şekva eden ve İslam ümmetini, Filistin davası konusundaki duyarsızlığından dolayı Allah'a şikayet eden Şeyh Ahmet Yasin'in mektubu geliyor.
Şehit Şeyh Ahmet Yasin, şehadetinden bir yıl önce dünya Müslümanlarının Gazze'de ve Filistin'de yaşananlara karşı sessiz kalması karşısında, yazdığı bir mektupla "ümmeti Allah'a şikayet" ediyordu.
O tarihi mektubu sizlerle paylaşmak istiyorum.
"Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!
Allah'ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum!
Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!
Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!
Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belâlarının estiği biriyim!
Tek isteğim, benim gibi Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!
Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helâk olmuş ölüler!
Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felâketler karşısında? Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak?
Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak! Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken?
Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilâtları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye;
"Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mü'min kullarına yardım et!" diye çağıramaz mı? Buna da mı gücünüz yetmiyor?
Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak:
"Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!"
Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!
Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz.
Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!
Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın!
Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! Temennimiz, Allah'ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır! Umarız bizim aleyhimize olmazsınız!
Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın!
Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!
Allah'ım!
Sana şikâyette bulunuyorum...
Sana şikâyette bulunuyorum...
Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı Sana şikâyet ediyorum.
Sen, mustazafların Rabbisin... Sen bizim Rabbimizsin... Bizi kime bırakıyorsun? Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?
Allah'ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsad edilmiş ekinler aşkına Sana şikâyette bulunuyorum.
Sana şikâyette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı... Birliğimiz bozuldu... Yollarımız ayrıldı...
Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini Sana şikâyet ediyoruz..."