Bir “Dünya Kudüs Günü” daha geride kaldı. Son “Kudüs Günü” Müslümanların gerildiği, ihanet rejimlerinin en fazla gericileştiği bir süreçte belki de en fazla boynu bükük geçtiği bir “Gün” oldu.
Ramazan ayının son Cuma'sı “Kudüs Günü” ilan edildiğinde “Kudüs'ün özgürlüğü” neredeyse tüm Müslümanların ortak paydası haline gelmişti. “Siyonizm ve işgalcilik” denince öfkeler kabarır, “Filistin” denince herkesin gözünde Kudüs canlanırdı. Ortadoğu'da en gözde Müslüman olmanın ölçüsü Kudüs'ün savunuculuğu, israil'le ilişkiler ise zillet ve ihanetin yegâne ölçüsü kabul edilirdi.
Gün geldi devran döndü. Her girdiği savaşı açık ara farkla kazanarak azgınlığın zirvesine tırmanan israil, tarihinde ilk defa “Direniş'ten” şiddetli bir tokat yemenin sersemliğini yaşadığında tarihler Ağustos 2006'yı gösteriyordu. Arap-İslam dünyasından bir kahraman, ilk defa kameraların önüne geçerek İslam ümmetini müjdelercesine “Artık yenilgi dönemi bitmiştir” demenin haklı gururunu yaşıyordu. Bu vesileyle Hasan Nasrallah, kitlelerin nezdinde tartışmasız bir şekilde İslam dünyasında en popüler lider sıralamasında zirveye oturuyordu.
Siyonist ordu büyük bir sarsıntı geçirmiş, israil ilk defa güven kaybının oluşturduğu telaşın içerisine sürüklenmişti. Siyonist siyasi ve askeri şefler arası suçlamalar, sataşmalar, soruşturmalar birbirini izliyordu. Eyamullah'tan öyle günler yaşıyordu ki İslam dünyası, o gün ne “Sünni” vardı, ne de “Şii”. Sadece “Müslüman” vardı, sevinç vardı, tekbir vardı.
Sonra ne mi oldu?
İşte bu noktada hüznün, ihanetin, iç cedelleşmelerin zirve yapacağı manevralar baş gösterdi. israil, kuruluş tarihinin en sarsıntılı günlerini yaşarken Beyaz Saray'da soytarılık yapmakla meşhur bir “Kral oğlu kral” çığlık atarcasına eyvah! “Şii Hilali” diye bağırmaya başladı. Siyonizmin aldığı ilk yenilgi sadece Tel Aviv'i değil, bilumum “Beyaz Saray soytarılarını” da acı ve hüzne mahkûm etmişti.
Manevralar başladı. Kral, bir başka kral ve devrik Hüsnü Mubarek arasında “Akabe Mütabakatı” imzalandı. Daha önceleri yedi sülaleleriyle birlikte küçücük israil'e karşı teslim bayrağı çeken soytarılar, Hizbullah'ın israil'e attığı şamar karşısında adeta şoka girmişlerdi. Acilen bir şeyler yapmak gerektiğine kanaat getirip etkisini bugün hissettiğimiz şeytani planların temelini “mütabakata” çevirerek masadan kalkmışlardı.
Korsanlar mahkeme kurmuş, yargılamayı yapmış ve hükmü kesmişlerdi: “Şii Hilali!”
İddianameye göre Şiiler ilk kez bu denli güçlenmişti. Hizbullah'ın israil'e attığı şamar, Şiilerin Sünnileri kuşatma altına alma çabalarının vardığı tehlikeli noktayı göstermeye yetmişti!
Kuvvetli bir “Sünni refleks” oluşturmalı, Şiilerin baskıcı/yıkıcı gücü ne pahasına olursa olsun engellenmeliydi. İroni miydi neydi bilinmez, ama kendi ülkelerinde Sünnilere, Sünni cemaat ve hareketlere israilvari davranmaktan bir an bile geri durmayan Akabe merkezli soytarılar kulübü, yenilginin şokunu henüz atlatamamış israil'in şaşkınlığını kendi üzerlerine almış, üzerine de “Made in Sünni” etiketi yapıştırmaya başlamışlardı.
Sonrası malum…
israil'in karşı karşıya kaldığı yenilgi, şaşkınlık, endişe “Şii Hilali” perdesiyle izale edilmeye çalışıldı. israil'den yana endişe duyan Avrupalılar, Amerikalılar, Siyonist şefler hep bir ağızdan “Şii Hilali” kavramına sarıldı. Kavram tedavülde epey işlem gördü, değerlendi. israil'i rahatlatmak adına piyasada karşılık bulacak ne kadar argüman varsa “Sünni endişe” kılıfına sarılarak “Şii Hilali'ne” dahil edildi.
Ve bugün gelinen nokta;
“Şii Hilali” bugün bile Sünni dünyasına korku pompalamanın en değerli zemini olarak işlev görmektedir.
Buna karşı pozisyon alan güçler düşünüldüğünde, varsayalım ki “Akabe soytarılarının” söyledikleri gibi bu “Hilal” tamamen Sünni dünyaya karşı olsun!
Ve diyelim ki bu hilali parçaladınız!
Bunun yerine hangi “Hilal'i” ikame edeceksiniz?!
Elbette alternatifler arasında mutedil Sünni görüş, mutedil Sünni cemaatler ve hareketler bulunmamaktadır. Hatta bunları da “Şii Hilali” içerisinde öğüterek israil'e peşkeş çekiyorlar. İhvan gibi, HAMAS gibi…
O halde geride kalan “Alternatif Hilaliniz” nedir?
Hemen söyleyelim:
“Suudi Hilali – israil Hilali – Amerikan Hilali!”
Hani şair, “Ya Rab! Bir hilal uğruna ne güneşler batıyor” diyordu ya!
Tıpkı bunun gibi, “Ya Rab! Suudi/israil/Amerikan Hilali uğruna ne güneşler batıyor!”
Bugün nice diyarlar tahrib ediliyor, ekinler kurutuluyor, nesiller ifsad ediliyor!
Temmuz savaşının kahramanı o günlerde “Bundan sonraki savaş bizim topraklarımızda değil, israil'in içerisinde olacaktır” müjdesini verirken, maalesef kolları sıvayan “Hilalciler” savaşı İslam dünyasının kalbine taşıdılar. Hem de Kudüs asla özgürlüğe kavuşmasın diye.
İşte böyle ahval ve şerait içerisinde bir “Dünya Kudüs Günü” etkinliğinin daha sevincini değil, hüznünü yaşıyoruz.
Öyle bir hale geldik ki, düşüncemiz Kudüs ile beraber olsa da maalesef kılıcımız israil'le beraber!..
Kudüs'ün özgürlüğü mücadelesini öncelikle ve ivedilikle zihnimizde kazanmamız gerekir. Zihinlerde kazanılmayan bir zaferin sahada hiçbir karşılığı yoktur, olamaz.
Yine de her şeye rağmen hala “Kudüs Günü'nü” hatırlayanlara / hatırlatanlara selam olsun.