Kudüs istila edilmiş, Haçlıların atları Müslüman kanı içinde yüzmüş. Bağdat ise kendi havasında kendi günlük ihtilafında ve günlük eğlencesindedir. Ne karınları deşilen gencecik kadınların çığlıkları ne taze et niyetine ateşe atılmak üzere mızrak uçlarına takılan iki yaşını doldurmamış çocukların figanları Abbasî sarayına, Büyük Selçuklu çadırına ulaşabiliyor. Halife dünyadan habersiz, sultan bıkmadan yorulmadan kendisine karşı isyan eden kardeşleriyle savaşta…
Bıçağın kemiğe dayandığını hisseden bir grup Şamlı sofi, tüccar ve fakih, Cuma günü Bağdat’a girip hutbeyi sükûnet içinde dinleyeceklermiş gibi minberin karşısına otururlar. Ama tam da hatibin minbere çıkacağı an “Vay, Haçlıların öldürdüğü Müslüman çocuklarının, kirlettikleri Müslüman namuslarının hâline!” diye figan ederler, ağlarlar, hatibin minbere çıkmasını engellerler, minberi kırarlar, “Kudüs, bu hâlde iken Cuma namazı kılamazsınız!” derler. Ortalık birbirine karışır ama Bağdat halkı da meselenin ciddiyetine varır. Sonraki hafta bu hâl bizzat Halifenin mescidinde tekrarlanır.
O günlerde Sultanın kız kardeşi ve Halifenin Hanımı Seyyide Hatun, Isfahan’dan Bağdat’a masalımsı bir çeyiz kervanıyla ulaşmış, Bağdat onun için süslenmiş, eğlencelere hazırlanıyor. İslam aleminin başına gelenlerden habersiz Halife, fena halde kızgın, şenliğimizi bozanları bulun ve cezalandırın, der. Sultan karşı çıkar, sofilere hak verir ve beylere Haçlılara karşı cihad için hazır olun, diye emir verir.
Hicri 504, Miladî 1111’de, Kudüs’ün istilasından on iki yıl sonra gerçekleşen bu olaydan sonra İslam alemi, Haçlı meselesine daha ciddiyetle yönelir ve onlara karşı daha büyük harekatlar için hazırlık yapar.
Ve 15 Nisan 2019 Pazartesi… Avrupalı bir grup eski devlet başkanı, başbakan ve bakanlar, Avrupa Birliği’ne çağrıda bulunarak ABD Başkanı Trump’ın Filistin sorununa israil lehine tek yanlı müdahalesinin durdurulması çağrısında bulundular.
Bu emekli siyasetçilerin sesi ne kadar çıkar, önemli değil. Ancak vakanın bu boyuta gelmesi, Kudüs meselesinin kritik bir noktada olduğuna şiddetli bir şekilde işaret eder.
Kudüs meselesini kritik bir noktaya getiren, birkaç husus vardır.
Bunlardan ilki, içinde bulunduğumuz yılların siyonistlerin Kudüs’le ilgili elli yıllık planlamalarının yıl dönümüne denk gelmesidir. Balfour Deklarasyonu 1917’de yayımlandı, israil 1948’de kuruldu, Trump 2018’de ABD adına Kudüs’ü israil’in başkenti olarak tanıdı ve Trump’ın başlattığı bu süreç devam ediyor.
Konuyla ilgili ikinci husus, doğrudan Trump ve Yahudilerin ilişkisi ile ilgilidir. Yahudiler, Trump’ın seçilmesi sürecinde onu başta Rusya ile ilişkiler olmak üzere pek çok handikapla karşı karşıya bırakarak sıkıca kontrol altına aldılar ve her istediklerini hatta kendi adlarına ummadıklarını dahi yapar hâle getirdiler. Seçilmeden önce Netanyahu ile yakınlığına rağmen israil merkezli bir siyaset yerine ABD merkezli bir siyasete yöneleceği işaretleri veren Trump, israil’in adına at koşturan bir piyona dönüşmüş durumda.
Konuyla ilgili üçüncü husus ise Trump’la Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri arasındaki ilişki ile ilgilidir. Suudi Arabistan ve Körfez emirlikleri İran karşıtı tutumundan dolayı Trump’ı seçim propagandası sırasında büyük meblağlardaki paralarla desteklediler. Seçimden sonra, Trump’ın bunu ödüllendirmesi beklenirken Trump, Suudi Arabistan ve Körfez emirliklerini Yahudilerle ilişkisinin İslam dünyasındaki açık ayağı hâline getirdi. Üstelik bu ülkeler, Türkiye ve Katar’ı da abluka altına alıp etkinlik alanlarını Müslüman Afrika’ya kadar genişleterek Filistin davasını tamamen sahipsiz bıraktılar.
Trump, ortamın olgunlaştığını düşünüyor ve Yahudilerin tam desteğini almak için hazırladığı “Yüzyılın Anlaşması” planını kabul ettirmek istiyor. Yüzyılın Anlaşması denen ve tek taraflı hazırlanan bu plan, israil’in istilalarını açıkça onaylıyor. Kudüs’ü kısmen bırakmış görünse de tamamen israil’e bırakıyor.
Sorun bu kadar mühim bir noktada iken İslam dünyası Kudüs konusunu henüz soğukkanlılıkla konuşabilmiş değildir. Bunun için sürekli geçmişten yardım alıyor, bugünkü istilayı hiçbir zahmete katlanmadan 1099’daki Haçlı istilası terimleri ile açıklıyor. Oysa 1099 istilası ile 1967 istilası arasında bir dizi fark vardır.
1099 istilası, bir Hıristiyan ittifakının eseriydi. İstila, Ortodoks Hıristiyanların başı Bizans Kralı I. Aleksios ve Katoliklerin başı Papa Urban’ın ittifakıyla gerçekleşmişti. Bu ittifaka bölgedeki savaş gücü olan tek Hıristiyan yapı Ermeniler ve savaşçı özelliği olmayan Süryani, Yakubi Hıristiyanlar da açık destek vermişler. Böylece istila, bütün Hıristiyanların destek ve katkısıyla vuku bulmuştur.
1967’deki istila, bundan çok farklı. Bu istila Evanjelist Hıristiyanlarla siyonist Yahudilerin ittifakıyla gerçekleşti. Evanjelizmin ya da Yahudi sermayesinin kontrol altına aldığı ve çoğu Hıristiyanlıkla ilgisi kalmayan Avrupalı siyasetçiler de bu istilayı elbette desteklediler. Ama Evanjelizmin etkisinde olmayan ve eskiden beri Yahudilere karşı olan sıradan Avrupalı Hıristiyanlar, bu istilayı hiçbir zaman onaylamadılar. Aksine Filistinlileri her zaman desteklediler. Yahudiliğe karşı şiddetli bir nefret içinde olan ama Komünizm yüzünden etkinliğini epey yitiren Ortodoks Hıristiyanlar ise topyekün siyonizme karşıdırlar. Yahudilerin Kudüs’ü kirlettiklerine inanırlar. Yerli Hıristiyanlara gelince tamamına yakını Filistin davasının yanındadır hatta kimileri savaşçı gücüyle içindedir. Küçük bir azınlık da olsa siyonist olmayan Yahudilerin de Kudüs istilasına karşı oldukları bilinmektedir.
Bu tabloya rağmen, Suudi kaynaklı tekfirci/toptancı anlayışın bütün dünyanın Kudüs’ün Yahudilerce istilasının arkasında olduğu söylemi temelsiz bir söylemdir. Bu söylem, hangi niyetle geliştirilmiş olursa olsun, israil’e yaramaktadır, ona karşı direnişi zayıflatmakta ve ona karşı güçlü bir ittifaka niyetlenenlerin elini kolunu bağlamaktadır.
Şeyh Ahmet Yasin’in küçük generallerinin “Hayber, Hayber ya Yahud!” sloganına kadar Filistin’de fiili bir iktidara sahip olan bu söylem, o sloganlarla Filistin’de çöktü ama İslam aleminde hâlâ etkinliğini sürdürüyor. Hepimiz hâlâ Kudüs istilasını bir Haçlı istilası gibi anlatıyoruz, Filistin’i istila eden siyonizm iken biz hâlâ Haçlılardan söz ediyoruz.
Kudüs’ün 1967’deki istilası sırasında Müslümanların ihtilaf açısından durumu elbette 1099’daki istilası sırasındaki hâllerine benzemektedir. Dolayısıyla meselenin Müslümanlarla ilgili tarafının o süreçle çokça ilişkilendirilmesi, Müslümanların o günlerden ders alması, bütünleşip cesaret bulmaları için o günleri anmaları isabetli ve gereklidir. I. Kılıç Arslan, Belek Han, Nûreddin Mahmud Zengî, Selâhaddîn-i Eyyûbî, Ferruh Şah gibi komutanların tutumları, Kudüs meselesi için tahlil edilmeyi zorunlu kılmaktadır.
Ama meselenin istilacıları tarafı değişmiştir. Dolayısıyla o günler yine tahlil edilmeli ama istilacıların tarifi, bugünün gerçekliği içinde yapılmalı; Kudüs davası dünyaya bu tarif üzerinden anlatılmalıdır.
Siyonistler, hep kendilerini II. Dünya Savaşı’nın mağduru gibi göstererek Filistin’i yurt edinmeyi meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Oysa Filistin’e ilgileri Evanjelizmle bağlantılı olarak çok öncesine dayanıyor. Dünya toplumları bundan tam haberdar değildir.
Öte yandan II. Dünya Savaşı mağduru olarak kendilerini gösteren siyonistler bugün dünyadaki bütün sömürünün en büyük ortağıdırlar. Dünya toplumları bu gerçeklikten de yeteri kadar haberdar değildir. Başta Fransa olmak üzere son yıllarda Avrupa’da gelişen bu yöndeki bir şuur ise Antisemitizm yasalarıyla cezalandırılmakta ve sindirilmektedir.
1099’daki istilaya karşı hareketin zafere ermesinde Fezailü’l-Kudüs (Kudüs’ün Faziletleri) adı altında yayımlanan risalelerin önemi büyüktür. Bu risaleler, bugün açısından kamu diplomasisine de denk gelir.
Kudüs’ün 1967 istilasından kurtarılması yeniden bir kamu diplomasisi atağı gerektirir ki bu atak, öncekinden farklı olarak sadece İslam alemini kapsamamalıdır.
Müslümanlar, Evanjelizmin Yahudilikle Hıristiyanlığı bütünleştirme çabalarına karşı Yahudilerle Hıristiyanların tarihsel süreçteki ilişkilerini çok yönlü işlemeliler, bu yöndeki hatıraları canlandırmalıdırlar.
Yahudilerin Beytülmakdis hâkimiyetinin Hıristiyanlık için anlamı, bütün yönleriyle gözler önüne serilmelidir.
İşgalci israil, Kudüs’ü elinde tutmak için Afrika, Güney Amerika, Hindistan ve Çin dahil evrensel bir çalışma yürütürken Müslümanların meseleyi yerel düzeyde tutmaları sorunludur.
Hıristiyanlar dışında Budist, Konfüçyüs hatta ateist dünyaya yönelik geniş bir çalışma ile Yahudilerin iddia ettikleri mağduriyet günlerinden nasıl da dünyayı sömüren bir güce evirildikleri anlatılmalı ve bu yeni dünya hakimiyetine karşı toplumların dayanışmasının gerekliliği ortaya konmalıdır.
Böyle bir evrensel dayanışmanın gerçekleşmesi sadece Kudüs’ü değil, İslam aleminin tamamını rahatlatacaktır. Ki Kudüs İslam aleminin göstergesidir. Kudüs, darda ise İslam âlemi dardadır. Kudüs rahatta ise İslam alemi rahattadır.