Uzunca bir zamandır iç ihtilaflar, iç düşmanlıklar ve iç savaşlarla boğuşan İslam Alemi nihayet Kudüs üzerinden ana gündemini yakalama fırsatı elde etti.
Küfre ve şirke yönlendirilmesi gereken öfke, sıkılmış yumruklar ve namluları birbirine yönlendiren Müslümanların bir anda Kur'an ve Sünnet kaynaklı fabrika ayarlarına dönmelerini beklemek, gerçekçi olmasa da gündemin bu yöne kaymış olması son derece önemlidir.
Onun için Kudüs ve Mescid-i Aksa'nın tutulabildiği kadar gündemde tutulması, bu ulvî gayeye hizmet edecektir.
Bu vesile ile Beyt'ül Makdis'te temiz ve pak kanlarını akıtarak bu gündemin oluşmasını sağlayan aziz şehidleri rahmet ve minnetle yâd ediyor, siyonizm karşıtı bütün direniş gruplarının direnişlerini selamlıyorum!
İşgalci siyonistler, vasıflarına uygun olarak yine İslam ümmetinin izzetine saldırdılar.
Müslümanlar da haklı tepkilerini gösterdiler ve gösteriyorlar.
“Ekini ve nesli helak ederek” insanlığa düşman olduklarını ispat eden siyonistlerin bu cüreti ne ilk ne de son olacak.
Hazindir ki İslamiyet, insaniyet ve vicdaniyet adına ortaya konulan Müslümanların ultra haklı tepkileri, hep duygusal zeminde kalıyor.
Siyonist işgalci, zulmünü hafiflettiği zaman kabarmış duygular sönüyor, sanal tartışma konuları gündemi meşgul etmeye devam ediyor.
Bu kısır döngü içerisinde Ümmet'in bu sorunu doğru zeminde tartışması ve sorunun adını doğru koyması, uygulanacak tedavinin sonuç verici olması adına hayati derecede önem arz ediyor.
Sorunu iki boyutlu olarak ele almak gerekiyor:
1- Sorun ne değildir?
2- Sorun nedir?
Sorun, tek başına israil-Filistin sorunu; israil-Arap sorunu; din ve vicdan özgürlüğü sorunu; ibadet özgürlüğü sorunu; ablukayı kaldırma, gıda yardımı, Kudüs'ü ziyaret etme, insan hakları sorunu vs. değildir.
Sorun, 1. Dünya Savaşı'nda sömürgeci devletler tarafından yere düşürülen İslam Ümmeti'nin bir daha ayağa kalkmasını engelleme sorunudur.
Sorun, yine aynı savaşta Ümmet'e kurulan tuzak sorunudur.
Sorun, birleşik ümmet topraklarının yapay sınırlarla parçalanması sorunudur.
Sorun, ümmet coğrafyası parçalanıp işgal edildikten sonra, bilinçli ve yapay olarak yükseltilen vatancılık ve kavmiyetçilik adına vatanı ve devleti kurtarma ama gerçek anlamda sömürgeciler namına siyaset yapan siyasetçilerin varlığı sorunudur.
Sorun, Ümmet topraklarında çekilen tel örgülere, döşenen mayınlara ve çizilen sınırlara hapsedilmiş Müslümanlara, "Burası senin vatanın ve devletindir. Vatanını ve devletini diğer Müslümanlardan korumalısın!" düşüncesinin Müslüman'ın hayatında yer etmiş olması ve içselleştirilmesi sorunudur.
Evet, asıl sorun tek başına işgalci siyonist rejim değildir; zira siyonist rejim, Ümmet'e karşı kurulan tuzağı gizleme ve parçalanan Ümmet topraklarının başına getirilen ajan siyasetçilere israil düşmanlığıyla iç dayanışma ve sosyal bütünlüğü sağlama adına perdeleme imkanı sunmaktadır.
Kuşkusuz israil, sömürgeci devletler tarafından ümmetin bağrına saplanmış zehirli bir hançerdir.
Küstahlık ve cüretkârlığının yarısını Ümmet'in siyasi bölünmüşlüğünden alırken, diğer yarısını da kendisine hamilik yapan sömürgeci devletlerden almaktadır.
Sömürgeci Batılı devletler, İslam coğrafyasını sömürgeleri olarak görüyor ve bu topraklarda her türlü operasyonu yapmaktan geri durmuyor.
Bunun için kâh israil'i kullanıyor, kâh terörü(!), kâh insan haklarını bahane ederek Ümmet coğrafyasına saldırıyor.
Yerel haklılıkların sırtına sinsice ve stratejik bir akılla bindirilmiş gündemlerle meşgul edilen Ümmet'in her köşesinden feryatlar Arş-ı Alâ'ya yükselirken siyonist rejim siyon krallığını, Büyük israil devletini ilan etmeye hazırlanıyor.
Böyle bir zaman ve zeminde;
Sanal gündemler ve kifayetsiz tartışmaları aşmak, İslam Ümmeti'nin siyasi birliğini temin ile siyonizm karşıtı bütün direnişçi grupların askerî üstünlüğünü artırmak ve böylelikle bu uğursuz yüz yıllık parantezi kapatmaktan başka çaremiz kalmamıştır.
Selam ve dua ile...