İslam ümmeti, manevi değerler ve kültürel anlamda olduğu gibi siyasi olarak da muhtemelen tarihinin en kötü dönemini yaşamaktadır. Bir biri ile uyumlu olarak çalışabilen iki tane İslam ülkesini bulmak mümkün değildir. İİT, Arap Birliği, Körfez İşbirliği Konseyi gibi ortak platformlar da tam anlamıyla batılı ülkelerin güdümünde olduklarından emperyalizmin İslam’a yaptığı saldırılara karşı halkı Müslüman ülkelerin gazını almak gibi bir işlevin ötesine geçememektedirler. Gecenin en zifiri anının yaşandığını söylemek abartılı olmayacaktır. Dolayısıyla “E leyse ssuphu bi qerîb” fermanı ilahisinin tecellisinin de yakın olduğunu düşünüyorum.
Siyasi dağılmışlığın kendini en net olarak gösterdiği nokta ise malum, Kudüs’tür. Ümmetin ihtilafının, iç kargaşaların, dağılmışlığının faturasını Kudüs ödemektedir. Belki de son on yıldır ümmetin arasındaki ihtilaflar üzerine yoğunlaşan emperyalist stratejilerin amacı Kudüs’ün ele geçirilmesidir. Nitekim ümmet ihtilaflar ve iç kargaşalar üzerinden savruldu. Kudüs’ün dostları olan ülkeler kuşatıldı ve Kudüs’ü ele geçirme sürecinin final aşaması da başlamış oldu. Yüzyılın Anlaşması dedikleri ihanet planı da açık bir şekilde bunu öngörmektedir. Anlaşma denmesi aldatıcı olmamalıdır elbette. Anlaşma iki taraf arasında mutabakat anlamındadır. Ancak bu ihanet planı, ABD ve Siyonizmin, içeriden devşirdikleri uşakları ile birlikte sadece Filistinlilere değil, belki İslam ümmetine dayattıkları bir zorbalıktır.
Neredeyse halkı Müslüman bütün ülkelerde bu plana karşı halkın ciddi tepkileri oldu. Gösteriler yapıldı, İsrail ve ABD elçiliklerinin önlerinde kitleler toplanarak protestolar yaptılar. Halkların duyarlılığı noktasında bu durum sevindiricidir elbette. Ancak ümmetsel tepki anlamına gelecek, siyonizmin ve ABD’nin ümitlerini yıkarak geri adım attıracak kurumsal bir tepki olmadı maalesef. Onlara cesaret veren de elbette bu pasif tepki veya aslında bu adımlarına meşruiyet veren gaz alma anlamındaki homurdanmalardır.
Yüzyılın İhaneti projesi, siyonizmin gücünün doruğuna vardığının göstergesidir. ABD’de Trump yönetimi, bu proje için aslında iş başına getirildi. Rusya dahi siyonizmin güvenliği ile alakalı meselelerde üç maymunu oynamaktadır. Son on yılda İşgal rejiminin stratejilerini sıkıntıya sokacak hiçbir şey yapmamıştır. Ancak bütün dengeleri bozan ve siyonizmin önünü açan en önemli husus, ne siyonizmin sınır tanımazlığı ve vahşeti, ne de ABD’nin dünyadaki uluslararası hukuku ayaklarının altına alarak siyonizmi bütün dünya dengelerinin üstüne çıkarmasıdır. Muhammet Bin Salman ve Muhammet bin Zayed’in veliaht prens oldukları günden beri siyonizme yaptıkları hizmetler, islam ümmetine yaptıkları ihanet ve her yerde Siyonizm adına İslam’a karşı verdikleri savaş; meselenin en önemli ve yoğunlaşılması gereken noktasıdır. Siyonizmin başarılarının sırrı, bu iki hainin ellerindeki devasa sermayeleri de kullanarak siyonizme hizmet etmeleridir. Ümmet, ne yapıp edip bu iki haini denklemden düşürmelidir. Suudi ve BAE, Kudüs’ü satan ülkeler olarak ümmet içinde deşifre edilmeli, alanları daraltılmalı ve ilişkiler kesilmelidir.
Ümmet, günümüzden çok daha ağır süreçlerde dahi bu güne kadar Kudüs’ü asla kimseye teslim etmemiştir. Bundan sonra da teslim etmeyecektir. Safların Kudüs üzerinden oluşması artık kaçınılmazdır. Kudüs’ün yanında yer alanlar ile karşısında olanlar aynı zamanda önümüzdeki belki elli yılın siyasi denklemini de oluşturacaktır. Yeni dönemde savaşlar, çekişmeler ve konumlanmalar Kudüs üzerinden gerçekleştirilecek ve dengeler bunun üzerinden kurulacaktır. İslam ülkelerinin çoğunun başındaki yöneticilerden yana elbette ümidimiz yoktur. Ancak Müslüman halklar Kudüs etrafında kenetlenecek ve Kudüs İslam ümmetine hayat verecektir.