Kuşkusuz bu önce îman, sonra da imkân meselesidir.
İmkân ve güç lehimize olduğunda Kudüs bizim olmuş; İman'ın emrettiği Vahdet'in yerini tefrika alınca güçten düşmüş ve Kudüs'ü kaybetmişiz.
Şu hale bakın:
Dünyadaki en zengin 60 kişinin geliri yeryüzündeki 3.5 milyar insanın gelirine denk.
Fir'avun ve Nemrut'un düzeninden daha eşedd.
İşin kahredici yönü ise bu gelirin nerede ise tamamı, işgal altındaki topraklarımızda bulunan yer altı ve yer üstü zenginliklerimizin gasp edilmesi ile elde edilmiş.
Alın terimiz, kanımız ve canımız…
‘Global' diye tabir edilen ‘Çokuluslu şirketlerin' bütçesi, birçok devletin bütçesinden çok daha fazla.
Bu şirketlerin kendilerine ait thinkthank(düşünce kuruluşları), istihbarat örgütleri ve orduları var.
Bunlar savaş çıkarır, ittifak kurar, ittifak bozar ve harita dizayn ederler.
Bunların tamamı da üst akıl siyonizmin ya doğrudan ya da dolaylı olarak etki alanında, kontrolündedirler.
Onun için mevcut ilişkileri sadece devletler üzerinden okumak çok yanlış olur.
Zira devletleri yönetenler de bunlardır.
Siyonizmin güdümündeki bu güçlerin son tahlilde odaklandıkları en önemli hedef, siyon imparatorluğunun ilan edilmesi arifesindeki en önemli adım olan Kudüs'ün fiilen ve resmen başkent olarak ilanıdır.
ABD'ye attırılmak istenen son adım budur.
ABD'nin, Tel Aviv'deki elçiliğini Kudüs'e taşıması, siyonistlerce ebedi başkent olarak ilan edilen Kudüs'e siyonizm lehine uluslararası alanda hukukilik ve resmiyet kazandıracaktır.
Aslında her şey bir program dâhilinde ve gözlerimizin önünde gerçekleşmektedir.
Filistin'de HAMAS'sız çözüm, Gazze halkının Sina yarımadasına göç ettirilme planı, HAMAS'ın terör örgütü ilan edilmesi, Sina'da camiyi hedef alan son saldırı vs.
Mısır'da İHVAN'sız çözüm, Sisi'nin desteklenmesi, İHVAN'ın terör örgütü ilan edilmesi.
Erdoğan'sız bir Türkiye ve muhtemel kaos senaryoları…
Suud'un siyonistle resmen barıştırılması, Ilımlı İslam projesinin Suud'a taşere edilmesi, Suud Müftüsü'nün “israil'le savaş caiz değil!” fetvası ile Lübnan'da Hizbullah'a karşı israil'le işbirliği yapılmasının gerekliliğine dair beyanatı…
Sudan, Irak, Libya, Yemen ve Suriye'de yaşanan fiili durumlar…
Katar üzerinden koparılan fırtına, Hariri'nin istifası…
2 Kasım'da Londra'da düzenlenen Balfour Deklerasyonu'nun 100. yıl kutlamalarına Netenyahu'nun resmen davet edilmesi.
Birleşik Arap Emirlikleri, Suud ve Mısır'ın israil ve ABD ile yeni bir cephe oluşturması.
İran, HAMAS, İHVAN ve Hizbullah'ın bu cephe tarafından açıktan, Türkiye'nin ise örtülü olarak düşman ilan edilmesi.
Birleşik Arap Emirlikleri'nin 15 Temmuz darbe girişimini gizlice desteklemesi ve BAE veliaht prensi Muhammed b. Zayed'in danışmanı Muhammed Dahlan üzerinden FETÖ'ye önemli miktarda para aktarılması.
İran'ın Yemen elçiliği ile Suriye'deki bir üssüne yönelik saldırıların yapılması…
Rıza Sarraf davası üzerinden İran ve Türkiye'nin ticari ilişkilerini daha da geliştirmemesine yönelik ön alma ve her iki ülkenin bir kez daha karşı karşıya getirilmek istenmesi.
NATO'nun Türkiye için doğrudan ve açıktan ana tehdit kaynağı haline gelmesi…
Liste daha da uzatılabilir; ancak bu kadarı bile aslında adım adım uygulanan siyonist ve emperyalist projenin deşifre edilmesine yeter de artar bile.
Kuds-ü Şerif ve Mescid-i Aksa'ya sahip çıkma mükellefiyeti bulunan Müslümanlar olarak büyük fotoğrafa odaklanmalı, bizi sığ ve küçücük bir derede boğmak isteyen şeytani güçlere izin vermemeliyiz.
Kudüs'ü kurtarmak ve bütün Filistin topraklarını Bahr'den Nehr'e özgürlüğüne kavuşturmak, el'an bütün Müslümanların odaklanması gereken büyük fotoğraftır.
Özellikle Suriye meselesi üzerinden ayrışan Dünya Müslümanları'nın bu kutsal hedef doğrultusunda makro veya mikro düzeyde birlik veya beraberlikler oluşturması artık zaruret ve farziyet halini almıştır.