İşgal altındaki Filistin topraklarında, işgalin yükü her geçen gün ağırlaşıyor. 21 günü geride bırakan intifadada Filistinli gençlerden şimdiye kadar 52 kişi şehit oldu, 6252 kişi yaralandı. Şehit olan Filistinliler arasında çocuklar da var. İslâm'ın bu aziz beldesini savunmak için canlarını ortaya koyan bir avuç yiğit... Diğer taraftan kardeşleri gözleri önünde öldürülen suskun bir ümmet... Kadınlarımız yumruklanıyor, kurşunlanıyor, şehit ediliyor. Çocuklarımız kurşunlanıyor, taşlanıp linç ediliyor. Biz ise, hiçbir şey olmamış gibi davranıyoruz. Aciz birer ölü gibi, zulme sessiz kalıyoruz. İslâm terazisinde tartıldığında, hiçbir izahı olmayan bir tablo ve bu tablonun sorumlusu olan bizler... İşgal altındaki topraklarda siyonistlerin cürümleri arttıkça, sırtımızdaki vebal yükü her geçen gün daha da ağırlaşıyor. Suskunluğun vebali altında iki büklüm oluyoruz.
Oluşan bu tablonun sorumlusu bizleriz. Bizim suskunluğumuz, namusumuz mesabesindeki bir davanın ve o davayı savunan yiğitlerin felaketi oluyor. Bunun hesabını Allah'a veremeyiz. Yarın ruz-i mahşerde bu suskunluğun hesabı tüm ümmetten sorulacaktır. Bugün siyonistlerden hesabı sorulmayan her cürmün hesabı yarın bizden sorulacaktır. Hiç kimsenin bu konuda bir mazereti olamaz. Başı haricinde tüm vücudu felç olan Şehit Şeyh Ahmet Yasin'in tarihi mücadelesinden ve şehadetinden sonra, bu ümmetin hiçbir ferdinin bu konuda mazereti kalmamıştır. İslâm ümmetinin bu yiğit evladı, özgürlük sevdasını ve özgürlük mektebinden nasıl bir direniş ordusu çıkaracağının dersini teriyle, kanıyla bütün insanlığa öğretmiştir. Kadınların, çocukların ve sakatların bu görkemli ve tarihi özgürlük yürüyüşünden ve şehadetle taçlanan mücadelelerinden sonra hiç kimsenin bir mazereti kalmamıştır. Bu ümmet daha bu dünyada iken daha fazla onursuzluk ve zilleti tatmak istemiyorsa, namusu olan Filistin ve Kudüs davasına sahip çıkmalıdır.
İslâm ümmetinin suskunluğunu Allah'a şikâyet makamında Şeyh Ahmet Yasin'in yazmış olduğu mektubu okuyarak halimize ağlamalıyız. Şeyh'in mektubu, bu konuda hiçbir söze hacet bırakmadığından dolayı sözü, Şeyh Ahmet Yasin'in tarihi mektubu ile noktalamak istiyorum.
“Allah'ım! Ümmetin suskunluğunu sana şikâyet ediyorum!
Ben ki kocamış bir yaşlıyım. Kurumuş iki elim, ne kalem tutuyor ne de silah!
Sesimle yeri inletecek güçte bir hatip de değilim!
Ben ki saçları ağarmış, ömrünün son demlerinde, türlü hastalıkların yıktığı ve üzerinde zamanın belâlarının estiği biriyim!
Tek isteğim, benim gibi Müslümanların zaaf ve aczinden müteessir olanların yazmasıdır!
Siz ey Müslümanlar! Suskun ve aciz, helâk olmuş ölüler!
Hâlâ kalpleriniz sızlamıyor mu, başımıza gelen bu acı felâketler karşısında? Bir halk yok mu? Hiç mi kimse yok, Allah için ve ümmetin namusu için kızacak?
Şerefli direnişçilerken, bizleri katil teröristler olarak ilan edenlere karşı duracak! Bu ümmet utanmaz mı, şerefi çiğnenirken?
Omuzlarımıza el verecek ve gözyaşlarımızı silecek bir bakış! Bu ümmetin kurumları, sivil güçleri, partileri, teşkilâtları ve bariz şahsiyetleri, Allah için kızmaz mı? Tümü birden sokaklara dökülüp, bizim için dua etmeye;
“Ey Rabbimiz! Gücümüzü topla, zaafımızı gider ve mü'min kullarına yardım et!” diye çağıramaz mı? Buna da mı gücünüz yetmiyor?
Yakında bizim büyük ölümlerimizi duyacaksınız, o zaman alınlarımızda şu yazılacak:
“Bizler direndik! İleri atıldık ve kaçmadık!”
Ve bizimle birlikte çocuklarımız, kadınlarımız, yaşlılarımız ve gençlerimiz ölecek! Onları, bu suspus ve bön ümmete yakıt yapacağız!
Bizden, teslim olmamızı ve beyaz bayrak dikmemizi beklemeyin! Çünkü biz, bunu yapsak da öleceğimizi biliyoruz.
Bırakın savaşçı onuruyla ölelim!
Dilerseniz bizimle olun, elinizden geldiğince, öcümüzü sizden her biri boynuna taksın!
Dilerseniz bize acıyarak ölümümüzü izleyin! Temennimiz, Allah'ın, emaneti savsaklayan herkesten kısas almasıdır! Umarız bizim aleyhimize olmazsınız!
Allah aşkına, bari aleyhimize olmayın!
Ey ümmetin liderleri, ey ümmetin halkları!
Allah'ım!
Sana şikâyette bulunuyorum...
Sana şikâyette bulunuyorum...
Gücümün azlığını, imkânımın yetersizliğini ve insanlara karşı zaafımı Sana şikâyet ediyorum.
Sen, mustazafların Rabbi'sin... Sen, bizim Rabbimiz'sin... Bizi kime bırakıyorsun? Bize cehennem olacak uzaklara mı? Veya düşmana mı?
Allah'ım! Akıtılan kanlar, dokunulan ırzlar, çiğnenen hürmetler, yetim bırakılan çocuklar, oğlunu yitirmiş anneler, dul kalmış kadınlar, yıkılmış evler ve ifsâd edilmiş ekinler aşkına Sana şikâyette bulunuyorum.
Sana şikâyette bulunuyorum! Gücümüz dağıldı... Birliğimiz bozuldu... Yollarımız ayrıldı...
Halkımızın zaafını ve ümmetimizin bize yardım edip, düşmanı yenmedeki aczini Sana şikâyet ediyoruz...”
Eylül 2003