İslami STK’lara karşı kurulan komplolar, dindarlara dönük tehdit ve şantaj içerikli muhbirleştirme girişimleri, başörtülü okumak isteyen kız öğrencilere karşı takınılan düşmanca tutum ve en son Siyonist rejimin dahi bugüne kadar başvurmadığı bir yöntem çeşidi olarak başörtülü kız çocuğunun annesine hapis cezası verilmesi gibi uygulamalar, G.Antep’te çete bürokrasisinin geldiği noktayı gözler önüne sermektedir.
AKP hükümetinin gölgesinde ve iktidarın nüfuzunu kullanarak her geçen gün daha da pervasızlaşan “Çete bürokrasisi”, çetelerle mücadele ile etkinlik alanını genişleten AKP hükümetinin bizzat gözetim ve denetiminde yapılıyor olması da ayrı bir vakıa olarak pozisyonunu korumaktadır.
Yaşanılan çete hukuksuzluğuna gözlerini kapatan, mağduriyetlerden dolayı yaşanan hukuk cinayetlerine kulaklarını tıkayan hükümet, farkında olsun ya da olmasın tüm bu suçların birinci derece sorumlusudur.
Şurası bir gerçek ki, her türlü hukuksuzluğu “yargıya bırakalım” diyerek geçiştiren hükümet cenahı, gel gör ki en başta kendisi bile yargıya zerre kadar güvenmediğini değişik vesilelerle ortaya koymuştur. MİT krizinde apar topar kanun çıkararak, Deniz Feneri davasında HSYK’yı devreye sokarak ve en son şike davasında yeniden kanunlarda değişiklik yaparak yargıya ayar çeken hükümet, yargı adına oluşan agresif mahkemelere ne derece güvenilemeyeceğini açıkça ortaya koymuştur.
Hükümetin kendi müdahalesiyle DGM’den “Özel yetkili” statüye dönüştürülen yargı sisteminin daha da iyileşerek hukuktan yana tavır takınması beklenirken yargıya yolu düşenlere karşı adeta Ortaçağ engizisyon mantığının işletiliyor olması, çokça eleştirilen DGM’lerin de gerisinde bir tabloyu ortaya koymaktadır.
Elbette çete bürokrasisi sadece yargıyla sınırlı değildir. Yargı içerisinde kümelenen oligarşik yapı, bürokratik çetenin devlet eliyle gerçekleştirdiği infazın görünen uygulayıcısı olarak daha fazla ön plana çıksa da bu durum çete bürokrasisi arasında hukuksuzluk paylaşımını gizlemeye yetmemektedir.
Emniyet’in istihbarat ve terörle mücadele birimlerindeki çeteci yapı, asıl dolapları çeviren, asıl kumpasları kurup paralel çalıştığı yargı erki içerisindeki danışıklı elemanların önüne koyan ve kanunsuz süreçlerin kanuni kılıflara sokularak neticelenmesini sağlayan yapıdır.
Şimdiye kadar bu tür kumpasların neticeleri “hassasiyet” durumuna göre farklı illerde farklı kesimler üzerinde denendi. İstanbul gibi büyük şehirlerde daha çok zikredilen bu bürokratik çete anlayışının başına buyruk uygulamalarına ne yazık ki hükümet hep kayıtsız kalarak aynı kumpasların koruyucu şemsiyesi olma vazifesini icra etti. Ta ki başına buyruk çetenin uygulamaları bizzat hükümetin kendisine dokunana kadar.
Ne zaman ki MİT kriziyle başına buyruk çete Başbakan’ın kapısına dayanacak sürece imza attı, ancak o zaman hükümet harekete geçti ve başta İstanbul Emniyet Müdürlüğü bünyesindeki keyfi uygulamaların mimarları olmak üzere ilgili kişiler yerinden edilerek fiili müdahalede bulunma gereği duydu, kanun değişikliğiyle de yargı içerisindeki Dört Aliler’in önünü alabildi.
Farklı tüm kesimlere karşı benzer mantıkla düzenlenen tüm komploları “Yargı adaletine” havale eden hükümet, bu adımla da aslında yargının ne kadar güvenilemez olduğunu bizzat göstermiş oldu. Elbette “Emniyet-Yargı” bünyesinde farklı ihtiraslarla insanların başına çorap örmeye amade olmuş sözkonusu bürokratik çetenin uygulamaları sadece İstanbul’la sınırlı değildi. Hassasiyet mülahazalarına konu olan tüm illerde durum hiç de farklı değildir. Mesela Elazığ İhya-Der komplosunda yine aynı ihtiraslarla dayanışma örnekliğini sergileyen bürokratik çete, kimi zaman Adana, kimi zaman Mersin, kimi zaman da Antep’te benzer çirkefliklere imza atmaktan geri durmadı.
Mustazaf-Der’in kapatılması yine on parmağında on çirkeflik bulunan bu çetenin maharetlerinden iken her halde en büyük çirkefliği, Antep’te başörtülü kızından dolayı annesine verilen ceza utancı olsa gerek. Verilen bu ceza sürecinde bürokratından polisine, savcısından hakimine kadar çeteci oluşumun tüm unsurları bu çirkin komploda yer almanın hazzını birlikte yaşadılar.
Bu bağlamda uzun zamandan beri hükümete yapılan çağrılar, hukuksuzlukların vardığı boyutlar her fırsatta dillendirilmiş olmasına rağmen hükümet kendisine reva görmediği “yargıya güven” aldatmacasını ısrarla seslendirmekten geri durmamaktadır. Hükümetin sağladığı ortamla hükümete karşı dahi “Yeniçeri” mantığıyla hareket eden bir çete hukukuna halkın rıza göstermesini sağlamak, koruyucu bir kalkan olarak hükümetin de sorumluluğunu artırmakta, ancak hükümet “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” havasından çıkma emarelerini dahi göstermemektedir.
Artık hukuk garabetlerine maruz kalan insanların yapabilecekleri tek bir şeyi kalıyor; o da bekleyip aynı çeteci oluşumun hükümeti bir yerinden ısırmak suretiyle uyanmasını beklemek…
Hafta içerisinde AKP G.Antep Milletvekili Şamil Tayyar’ın medyaya yansıyan açıklamaları, “Antep merkezli bürokratik çete”nin burada da iktidar uzantılarını ısırmaya dönük manevralar içerisine girdiğini göstermiştir.
Tayyar, yaptığı açıklamada; “Gaziantep’de siyaseti dizayn etmek isteyen bir şebeke var. İşin içinde, Gaziantep İstihbarat Şube Müdürlüğü bulunuyor. Hukuki olarak bir milletvekilinin telefonlarını dinleyemeyecekleri için, önleyici istihbarat adı altında bana yakın kişileri dinliyorlar, onlarla yaptığım görüşmeler nedeniyle, ben de dinleniyorum. Bu iş sadece bana yönelik değil, ciddi araştırılırsa Aile Bakanımız Fatma Şahin’e kadar uzanacak bir tehdit boyutu olduğu ortaya çıkar. Telefon dinlemesi ile elde edilen ve o kişiyi sıkıntıya sokacak bazı konular, ‘Bilgi Notu’ adı altında servis ediliyor…
Kim kimin aleyhinde konuşmuş, kimin ne bağlantıları var, bu gibi konular, suç şebekesinin içinde bulunan ve Antep siyasetini dizayn etmek isteyen bazı yerel siyasetçilerin de olduğu kişilere servis ediliyor. Bu da ilişkileri bozmada kullanılıyor… Şebeke, Gaziantep’in ticaretini, siyasetini ve sermayesini dizayn etmeye çalışıyor. Hukuka aykırı telefon dinlemeleri yapılıyor. Emniyet içinde de, bazı yerel siyasi unsurlar ve çıkar odaklarıyla irtibatlı gruplar var’’. Tabi burada ilk olarak Tayyar’a “Günaydın Şamil!” demek gerekiyor. Tayyar, Antep’te artık gövdesiyle beraber ortaya çıkan bürokratik canavarın gövdesiyle karşılaşınca yutulacağı korkusuyla veryansın ederek İçişleri Bakanlığı’na müracaat etme gereği duyuyor. Öyle anlaşılıyor ki farklı mülahazalarla farklı illerde farklı tezgahlar kuran malum karanlık yapının kirli yüzünün anlaşılarak idari ya da adli takibata uğramasının yegane şartı, bunların hükümete yakın kesimleri ısırmasıyla ancak mümkün olabiliyor.
Tayyar, burada bahse konu canavarın adını vermiyor ama iktidar mücadelesinin getirdiği yeni sürece uygun bir tarif yaparak çeteyi tanımlamayı yeğliyor. Oysa aynı çete yıllardır Akdeniz bölgesinin genelinde olduğu gibi Antep’te de inançlı insanlara karşı her türlü çirkefliği açıkça sergileyebiliyor. Dernekleri basıyor, gerektiğinde kontrolündeki serseri takımlarını organize ederek derneklere saldırtıyor, bu da yetmeyince yargıda yuvalanmış ağababalarla ortak operasyonlar gerçekleştirerek hükümetin bile güvenmekten imtina ettiği “Yüce Türk yargısı” eliyle insanlar mağdur ediliyor.
Bugün Akdeniz bölgesinin genelinde olduğu gibi Antep’te de İslami STK’larla resmi anlamda ilişkisi olup da yargıdaki Dört Aliler’in keyfi tehditlerine maruz kalmayan kimse kalmamıştır. Başörtülü kızın annesine bile hapis cezası verdirecek bir yapının yapamayacağı hiçbir kirli faaliyet, yiyemeyeceği hiçbir put bulunmamaktadır.
Son süreçte Şamil’i fikirsel açıdan yemleyerek onun bunun aleyhinde kullanmak üzere piyasa salan bu yapı, Şamil’i bile yutmaya karar vermişse, varsın artık gerisini hükümet düşünsün.
Doğruhaber Gazetesi