Gündemin yoğunluğu, dünyanın boş yorgunluğu ve hayat içindeki asli vazifemizi unutturmaya çalışan onlarca meşgale… Bizi fıtrata döndürecek, kendimize getirecek, gayemizi hatırlatacak tek kelime; ölüm… Ve ölümün en büyük hatırlanışı kefen… Şu zamanda şuursuz ve hovardaca yeni yıla girme endişesiyle hazırlığa girişen insan bir yılını kaybederek, kefene bir adım daha yaklaştığının farkında mı? Kendimize nefsimize ‘ene’liğimize bir hatırlatma olsun; içinde bulunduğumuz ‘kundak’ ve gittikçe yaklaştığımız‘kefen’...
…
Kundak, yeni doğmuş bebeğin sarmalandığı beyaz bir kumaş. Hayata atılmış ilk adım… Gözlerin dünyaya açıldığı ilk an ve yaşama serüvenine atılış… Nefesin başlangıcı, kalbin ölüme dek atacağı ilk tik tak. Ve tüm bunların kanıtı insanın ilk doğduğunda sarındığı kundak...
Bir de kundaktaki çocuğun kulağına ezan okunur, ismi söylenir. Bu da hayata atılımın bir başka versiyonudur. Zira ölünceye dek yaşamındaki yolculuğunda herkes tarafından adıyla çağrılacaktır. İsmiyle bir şahsiyet kazanacaktır ve bu yine hayatta varoluşun bir simgesidir. Yine doğar doğmaz bebeğin ağlaması da hayata açıldığının işaretlerindendir.
Ve o kundaktan sonra yaşamla iç içe giren bir imtihan meydanında varoluş. İnsana Allah’ın takdir buyurduğu zamana kadarki hayat serüveninde iradesiyle yanlış ve doğruyu ayırt etme seçeneği verilmiştir. Hak ve batıl çizgisi çizilmiş ve hangi çizgiye yakınsa o yönde saf tutmuştur. Hak çizgisinin yolcuları Hz. Âdem’den(a.s) son Peygamber’e(a.s) kadar gelmiştir. Allah kuluna zulmetmez ve kulunu şeytanın fısıltısından sakındırıp cennete sokmak için elçiler ve kitaplar göndererek rahmet etmiştir. Artık insana kulluk emredilmiştir ve çalışmak gerekir, koşmak, boş kalmamak, bu sınavı geçmek gerekir. Aklıselim bir insan böyle düşünür, böyle yapar. Kundağın en büyük rolü de temiz bir İslam fıtratını sarmaladığıdır. İnsan kundaktan sonra da dilerse o fıtrat üzere kalır, dilerse yanlış yollara sapar batılın esiri olur. Kundak demiştik ve tabiri caizse kundak ‘yeni hayata merhaba’ telaffuzunun muhatabıydı.
Kefense ölmüş bir insanın sarmalandığı beyaz kumaştır. Dünya köprüsünden ahiret köprüsüne geçiştir. Aslında ölüme, toprakta kaybolmaya değil, yeni bir hayata hazırlanıştır. Fakat imtihan değil, imtihanın neticesinin alındığı bir zamandır. Nefeslerin bitimidir, iradenin sonudur ama hesabın başlangıcıdır. Gönderilen hak elçi ve kitapların gerçekliğine şahit olma yeridir. Zerre kadar iyiliğin zerre kadar kötülüğün adalet terazisinde tartılacağı tartıdır. Tüm bunları simgeleyen de kefendir. Bu açıdan kefen bize çok şey anlatır ve anlatmalıdır.
Ve insan kefenlenmiş bir şekildeyken yine ezan okunur tıpkıkundakta kulağına okuduğu gibi. Ama bu sefer bu ezan insanın varoluşu değil, bu dünyadan gittiğinin ilanıdır. Yine insan kefene girdikten sonra bu sefer yakınlarının ağlaması onun bu dünyadaki yokluğuna işarettir. Günahlarıyla, sevaplarıyla, hatalarıyla, başarılarıyla dünya hayatının son adımının da bitirilişidir. Artık amellerine karşılık meyve ya da ceza alma zamanıdır. Hüküm yalnız Allah’ındır. Cennet güzelliğiyle ve cehennem yakıcılığıyla itaat etmektedir. Ve kefen sonrası bu hayat kundakla başlayan dünya imtihanının sonuçlarını verir şimdi ellere... Sol taraftan mı, sağ taraftan mı meçhul...
Şimdi konuyu özetleyecek ve madde halinde tekrar açacak olursak;
Her ikisi de beyazdır.
Kundak dünya hayatına, kefen ahiret hayatına merhaba der.
Kundaktaki çocuğa ezan okunup isminin söylenmesi dünya hayatındaki şahsının varlığına atıftır.
Kefenlenmiş birinin ardından ezan okunması bu dünya hayatının bittiğinin ilanıdır.
Kundaktaki ilk ağlama yine hayattaki varlığını duyurmadır.
Kefenlenmiş insanın yakınlarının ağlaması onun yokluğuna hüzündür.
Şimdi bu açıdan düşünelim. Ve böyle baktığımızda kundak boyutunu çoktan geçmiş olan bizler gittikçe kefen boyutuna yaklaşıyor. O halde kefen sonrası Allah’ın huzuruna güzel hesapla gitmek istiyorsak, kundak sonrası yaşamımızın her anına dikkat etmeliyiz.