30 yıldır bölgemizde devam eden DEVLET-PKK çatışmasında; sosyal ve toplumsal sorunlar, göç ve sürgünler, faili meçhuller, kayıp hayatlar ve beraberinde birçok sosyolojik sorunlar oluştu.
Çözüm süreciyle birlikte ülke geneline yayılan olumlu ve umut verici hava, köye dönüş akımını da hızlandırdı. Derin devletin yada PKK’nin ölçüsüz baskısından dolayı can güvenliği olmayan savunmasız insanlar köylerini terk ederek büyük şehirlere göç ettiler. Zorunlu köy boşaltmaları olarak tarihe geçen bu ‘trajedik ve beklenmedik’ bahtsız göç hareketi, sırtında taşıdığı acılarla yol aldı.
Bu uzun yolculukta Türkiye’nin metropol şehirlerinde sessizce kaybolup giden sayısızca aileler ve yaşanan nice acı dramlar vardır. Şehir hayatına daha alışmadan, yaşamın zorlukları karşısında çaresiz kalanlar, geleneksel varlığını korumada zorlandı ve üzerlerine gelen baskılara daha fazla dayanamadan özgün yapısını ve taşadığı ‘değer’leri yaşama uğrunda -ne yazık ki- kaybetti. Bu insanlar ne devletin nede şehir toplumunun sıcak ve samimi rehabilite desteğini aldı. Yerinden ve toprağından sökülüp taşkın derelerde sürüklenen kötükler misali rotasız yol alanlar, bazen bu yolculuk esnasında, bazende sığındıkları yerde, bazende tahmin dahi edemedikleri ‘emin’ ! yerlerde acımasız darbelere maruz kaldılar. Ruhlarında ve duygularında kapanmaz yaralar açıldı, silinmez lekelerle itibarları yerle bir edildi. Merhamete muhtaç olan bu bahtsız insanlar gittikleri her yerde tekmelendiler, terk edildiler ve ötelendiler. Hedefsiz, ilkesiz ve değersiz bırakılan bu insanlar, varoluşlarını bir yük ve ağırlık (yani fazlalık) hissederek, şehir toplumunda onurlu ve itibarlı bir konum bulamadılar. Ekonomik, politik, sanat ve sosyal projeler içinde yer bulamayan bu çeresizler, çoğu zaman şehir çöplüğünde ekmek toplayıp karınlarını doyurdular. Sosyal ve sağlık güvenceleri olmayan, varoşlarda kaderlerine terk edilen onur ve gurur sahibi mağdurlar, bu sefil hallerinden utanarak kahroldular, kayboldular, ama kimselerin haberi bile olmadı. Nice hayatlar ve hikayeler var ki; bu ‘sahibsizlik sürecinin’ adsız kahramanları olmuşlardı. Ne pahasına olursa olsun ‘iman ve iffetlerinden’ ödün vermemişlerdir.
Şu gerçeğide görüldü ki, dışardan göç eden mülteciye en azından ‘bir çadır ve sıcak aş’ götüren devlet, köyünden sürgün edilen öz vatandaşına(!) sırtını döndü, sesini ve çığlığını duymayacak kadar sağırlaştı, hissetmeyecek kadar sığırlaştı. "Nede olsa Kürtler’dir, boşversene" duygusu tarihe mi özgü, yoksa kaderimize mi! Bende bilmiyorum.
Sonuç;
Yerinden ve köyünden sürgüne zorlanan vatandaşına sahip çıkmayan, rahmet elini uzatmayan soğuk bir devlet ve bu kara yazgıda kaybolan hayatlar, yaşanan acı dramlar, tükenen duygular ve azalan umutlarla birlikte geriye dönüş yolculuğu...
Çözüm süreciyle birlikte köylerine dönen o masum duygular bir kez daha tekmelendi. Bu sefer ‘yabancı ve uzak’ darbeler değil, belki de kendisine ‘en yakın bildiği’ yerden geldi bu amansız ve zamansız acı darbe...
Göç olayının başına dönersek; ya PKK’nin baskısı yada derin devletin zulmüyle başlayan köy boşaltmalar, bu günkü sorunlara davetiye çıkarıyordu adeta. Köyü terk edip gidenler PKK karşıtı ise, geri kalanlar hem PKK taraftarı hemde köyün tamamına sahip çıkan kanunsuz insanlardı. Yada köyü terk edip gidenler devlet karşıtı ise, köyde kalanlar koruyucu ve kukla kahramanlar olarak her şeye sahip olan korkaklardı.
Köylerini, topraklarını, arazi ve tarlalarını bırakıp giden hiç bir vatandaşın! yani köylünün ‘taşınmaz malı’ iç ve dış saldırılara karşı korunmadı. Yağmalanıp, talan edildi. Köyde kalan bir avuç insan köyün verimli topraklarını kendi aralarında pay edip, bu fırsattan payidar oldular. Aradan (25-20 yıl gibi) uzun bir zaman geçtikten sonra köylerine ve topraklarına geri dönen asıl sahipler, köylerin kanunsuz sahipleriyle karşılanşınca çatışma ve kavgalar kaçınılmaz oldu.
Hiç bir zaman devletin sıcak kucağını görmeyen sürgün hayat hikayeleri bu sefer kendi topraklarında bir facia yaşadılar. Namluların konuştuğu bu ilkellik, bağnazlık, bahtsızlık diyarının kirli havasında cıvıl cıvıl kelebeklerin, yurtlarına dönen sımsıcak duyguların, doyumsuz heyecanların, yarınlara işlenen o bahar şarkılarının melodileri yerini yürekler yakan ağıtlara bıraktı.
Kürdistan'ın dağ ve ovalarında yine feryad-u figanlar yakılandı. Birbirinin kökünü kurutacak türden şiddetli olan bu kara cehaletin temelinde, dışlanmışlık, hiçlik ve ‘değersiz’liğin derin intikamı yatmaktadır.
Bu hırçın ve öfkeyle bilenmiş duyguların normalleştirilmesi ve rehabilite edilmesi kaçınılmaz bir sorun ve önlemi alınması gereken ciddi bir problemdir. Devletin asli görev ve sorumluluğu altında olan sorunu ciddiye alması ve daha fazla canın yanmaması için gerekli önlemleri alması gerekmektedir. Bari bu noktada devlet, devletliğini ortaya koysun, halkın birbirini böyle acımasızca katletmesine engel olacak gerekli önlemleri önceden alsın.
Ayrıca bölgede etkin olan kanaat önderleri ve STK’ların bu sorunlar noktasında sorumluluk yüklenmeleri gerekmektedir. Kendi sorunlarımızı ve sıkıntılarımızı görmeden, başka sorunlarla uğraşıyor olmamız sadece boğazımızı yorar. Doğrusu önceliklerimizi sıralamada gündemin etkisinde kalarak değil, gerçeklerimize uygun olarak belirlememiz gerekir.
(İsmail Kasımoğlu/Hürseda Haber)