Apocu zihniyetin Kürdistan’da yol açtığı tahribatı Kemalist zihniyet 70 yıl uğraştığı halde başaramadı. Ahlaksızlıktan tutun namus anlayışına, yalandan tutun kalleşliğe kadar her türlü melaneti Kürtler arasında yaygınlaştıran bu habis ur, son dönemlerde kana susamış vampirler gibi yine kan dökme hevesine kapılmışlardır.
Tek sermayesi döktüğü kan olan bu ipsiz sapsız güruhu, Orda burda kudurmuş bir şekilde yine mazlum Kürtlere saldırmaktadır. Hakim olduğu yerlerde kendinden başka kimseye hayat hakkı tanımayan Perinçek ve Yalçın Küçük gibi Solcu Türk Kemalistlerinin beslemeleri bu Kürdistan hainlerinin, Rojava’da diğer Kürd partilere nasıl kan kusturduğu ve katliam yaptığını ve katil esad’la nasıl işbirliği içinde olduğunu , yardım aldığını insaflı Kürdlerin malumudur. Bu hainler dün Kürtlerin katili Saddam’la, solcu Türk Kemalistlerle işbirliği içindeydi. Bugün de, şimdiye kadar Kürtlere kan kusturan Esad rejimiyle işbirliği içindedirler.
Bu hainlerin, laik olsun, İslami olsun bütün Kürd partilerine düşmanlık edip saldırmaları boşuna değildir. Çünkü bunları yetiştirip Kürdistan’da piyasaya sürenler bunları bu şekilde kodlamışlardır. Bunları piyasaya sürenlerin amacı, Kürtler arasında çatışma ortamı meydana getirip Kürtleri birbirine düşürerek ortamı bulandırmaktır. Güney Kürdistan’da Mesud Barzani ve partisine karşı son dönemlerde kin ve nefret söylemleri, sadece Kuzey Kürdistan’da değil bunu Kürdistan’ın bütün parçalarına yayarak Kürtleri birbirine düşürme planlarının bir parçasıdır. Onları ortaya çıkaran ve taşeronluğunu yaptıkları irade onlardan bunu istemektedir.
Bu katil zihniyetin etkin olduğu yerde Kürtler asla huzur bulamayacaklardır. Bunların derdi hiçbir zaman Kürdistan ve Kürtlerin rahat ve huzuru olmamıştır. Dikkat edin ateşe verdikleri, kaos ve terör estirdikleri hep Kürdistan’ın şehir, kasaba ve köyleri olmuştur. Bunların Kürtlere faydalı olacağını inanan varsa, oda ancak ya çok saf, ya da bunlardan rant sağlayanlardır.
En çok demokrasiden, barıştan dem vuran bu yalancı sahtekarların, en çok da bunlarla sorunu olduğu biliniyor. Demokrasi derler Hitler’i, Stalin’i bile faşistlikte ve diktatörlükte geri bırakırlar. Sırf kendilerine oy vermedi diye Lice’de mustazaf bir aileyi kadın ihtiyar demeden keleşlerle taramaktan çekinmezler. Barış derler çatışmayı körüklemek için her türlü alçaklığa ve zorbalığa başvururlar. Dünyada demokrasi ve barış kelimesini en son ağızlarına almaları gereken bu insanlık düşmanlarının her iki kelimelerinden biriside maalesef demokrasi ve barış olmaktadır.
Lice başta olmak üzere ve özellikle son dönemlerde üniversitelerde PKK/BDP/KCK’liler tarafından yapılan provakatörce eylem ve saldırılar, öyle anlaşılıyor ki Kürdistan’da yine bir kaos ortamı meydana getirmek ve çatışmalı bir durum yaratmak için bilinçli olarak yapılan eylemlerdir. Devletle çözüm süreci adı altında sözde barış görüşmelerini sürdüren karanlık yapı PKK, Kürtlere ve özellikle dindar Kürtlere yine savaşı ve çatışmayı dayatmaktadır.
Buna karşı devletin ve AKP hükümetinin tavrı da ibret vericidir. Askerime polisime bir şey olmasında ne olursa olsun mantığı içinde olan bir anlayış, dünyada eşi emsali olmayan bir idare yöntemidir herhalde!
Kürdistan halkını zorba bir örgütün insafına terk eden böyle bir anlayışın, bu örgüte yani PKK’ye muhalif Kürd halkını getirip bırakacağı son nokta kendi kendini fiili olarak savunma durumudur. Dolayısıyla PKK militanlarının silahlı olarak faaliyet göstermesine, Kürd halkını silahlı gücüyle baskı altına almasına göz yuman devlet, PKK’yi ve onun ideolojisini benimsemeyen Kürtleri de, kendini korumak için silahlanmasına göz yummak zorundadır. İnsanların kendilerini savunması hem İslami hem de insani bir haktır ve bunu kullanmaları da en doğal haklarıdır.
Şu anda durumda o yöne gitmektedir. Yani Kürdistan’da PKK’nin zulmünden muzdarip olanlar –Bunlar her kesimden insanlar olabilir-ciddi olarak bir öz savunma gücü oluşturmaları konusu artık hayati bir mesele oluşturmaktadır. Çünkü karşında bulunan örgüt ne inanca, fikre, düşünceye ve ne de başkasının örgütlenme hakkına hayat hakkı tanımamaktadır. Her şey benim kontrolüm altında olsun, herkes bana itaat etsin ve benim dediklerim olsun despotluğu içindedir.
Bu anlayış, 1990’larda nasıl böyle güç sarhoşluğu içine girip Kürdistan’ı bir kan deryasına boğduysa, şu andaki gidişatta o yönde seyretmektedir. Dolayısıyla Kürdistan’da aklı başında olan ve bu örgütün yalan rüzgarına kapılmayan, aklı selim sahibi bütün insanların hemen harekete geçmeleri lazımdır.
Aksi takdirde ortaya çıkacak kaostan herkes nasibini alacak ve kaybeden yine Kürtler olacaktır…