Darbe girişimi gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı taşıyan uçakla ilgili çok şey söylendi. Ama en sarsıcı bilginin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'dan gelmesi Türk-Amerikan ilişki seyri açısından hayli dikkat çekiciydi.
Süleyman Soylu, “Cumhurbaşkanı'nı taşıyan uçağın koordinatları ABD tarafından darbecilere verildi” derken, aslında darbe girişiminden bu yana Türkiye'nin peşini bırakmayan “Terör konsorsiyumunun” arkasındaki gücü de açıkça zikretmiş oluyordu.
Amerika, aslında Türkiye'de darbe girişimini destekleyip her türlü lojistik desteği verecek gücü bir yönüyle sürdürdüğü “Geleneksel müttefiklik” alışkanlığından; bir yönüyle de her türlü bölgesel işbirliğine kapalı bir sürece ittiği Türkiye'nin içine girdiği izolasyon politikalarından cesaret almıştı.
Haliyle darbe girişimini başarıyla atlatan siyasi iktidar, darbeye açıkça destek sunan perde arkasındaki aktörleri açıkça görmüş, bu durum, bundan sonra nasıl bir dış politikanın yürütülmesi gerektiği ihtiyacını açıkça ortaya koymuştu.
Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, darbe girişiminden iki hafta sonra, yani 30 Temmuz 2016'da yaptığı bir konuşmada, darbenin ardındaki malum güce mesaj verircesine şu önemli açıklamayı yapıyordu:
“Ülkemizde oynanan oyunu bir kez daha bozduk. Bundan sonra inşallah Suriye'deki oyunu da bozacağız, Irak'ta oynanan oyunu da bozacağız, Libya'da oynanan oyunu da bozacağız. Orta Doğu'da, Kuzey Afrika'da, dünyanın her yerinde mazlumların ve mağdurların tek bir gözyaşı kaybetmemesi adına oynanan oyunları bozacağız. Bunların hiçbiri ülkemizde yaşananlardan bağımsız değildir. Hepsi aynı senaryonun farklı sahnelerinden ibarettir."
Başbakan Binali Yıldırım ise “Dostlarını artıran, düşmanlarını azaltan bir dış politika” sözüyle yeni dönem politikanın ipuçlarını verirken bu noktada yapılan açılımlar da peş peşe gelmeye başlıyordu.
Önce Rusya, ardında İran'ı da kapsayan ortak Suriye politikası ve en son Irak…
Şüphesiz her bir bölge ülkesinin kendi özel politikası vardır. Bölge ülkeleri işbirliği yapmazlarsa rekabete girişmeleri kaçınılmaz olmaktadır. Rekabetin getireceği sonuçların neler olabileceğini de geride bıraktığımız son beş yılda karşılaşılan acı tablolarla müşahede ettik.
Bölge ülkeleri üzerine yürütülen Amerikan politikaları, temelde “Bölgesel işbirliklerini” bertaraf etme üzerine kuruludur. Bu durum, ilk safhada bölge ülkeleri arasındaki çelişkileri artırıp çatışma pozisyonuna sürüklemekte, ardından da Amerikan müdahaleciliğine kapı aralamaktadır.
Bu aşamadan sonra çatıştırmacı bir güç olarak müdahil sıfatını alan Amerika, her bir bölge ülkesini diğerine karşı bir operasyon üssü haline getirerek adeta konumunu sigortalama yöntemi uygulamaktadır.
Dikkat ederseniz bugüne kadar her bir bölge ülkesini vuran “operasyon maşaları” yanı başındaki bir başka ülkenin topraklarını üs olarak kullanmakta, Amerikan hesabına mesaj dolu saldırı ve terör eylemleri karşısında bölge ülkeleri birbirini suçlama yoluna gitmektedir.
İşte bu bumerangın önüne geçebilecek tek çıkış yolu, şu anda “Bölgesel işbirlikleri” olarak öne çıkmaktadır.
Suriye örneğinde olduğu gibi, altı yıldır akan kan, kısa süreli bir bölgesel işbirliği girişimiyle en azından şimdilik durmuş bulunmaktadır.
Bu da, yine Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ağustos-2016'da yaptığı şu açıklamanın ne denli doğru bir yaklaşım olduğunu ortaya koymaktadır:
“Rusya, İran, Irak ve Türkiye'nin Suriye için birleşmesi lâzım. Lübnan'la bile… Suriye'ye komşu ülkeleriz. Suudi Arabistan, Katar ve Ürdün'le de Suriye'yi görüşmemiz lâzım. Ancak Suriye ile ilişkisi olmayan ülkelerle artık konuşmamamız lâzım."
Peşinden gelen girişimler, aslında “bölgesel” yaklaşımın önemini bir kez daha ortaya koymuş bulunmaktadır.
İşin ilginç tarafı, Amerika da bunun farkındadır. Patlatılan bombalar, yapılan suikastlar, serseri eylemler birbirini izliyorsa ve tüm emareler bunların arkasındaki güç olarak Amerika'yı gösteriyorsa, başlayan bölgesel işbirliği sürecinin bölgenin yararına olduğunun en açık delilidir.
Buna rağmen özellikle kimi medya mecraları ve eski alışkanlıkların devamından yana olan bazı bürokratik oligarşik katmanların, hala bölgesel işbirliklerini sabote edici yaklaşımlarla ortalığı bulandırmaya devam ettikleri de gözlerden kaçmamaktadır.