Bilderberg 2011: Rockefeller tarzı dünya düzeni
Küreselleşmenin Papazları
Carnegie, Rockefeller ve Ford gibi vakıflar, demokratik toplum üzerinde çürütücü etkiye sahipler. Kapsamı uluslararası nitelikteki ekonomik ve siyasi bir düzenin devamlılığını temin ediyorlar ve bu düzen, yönetici sınıfın çıkarlarına hizmet ediyor. Azınlıkların, çalışan sınıfın ve Üçüncü Dünya vatandaşlarının çıkarları ise, göz ardı ediliyor. Bilderberg tarafından temsil edilen küresel elit kesimin hedefi, Amerikan imparatorluğunun çöküşüne ve yeni bir imparatorluğun yükselişine izin vermemek.
Andrew Gavin Marshall
1954 yılında kurulan Bilderberg Grubu, yılda bir kereye mahsus olarak Hollanda'da bir araya gelen, gizli bir topluluktu. Kuzey Amerika ve Batı Avrupa'dan yaklaşık 130 kadar siyasi-mali-askeri-akademik- medya elitini, "birbirlerine özel olarak ve gizlilik içinde danışabilecekleri, nüfuz sahibi insanlardan oluşan bu gayriresmi ağ yapılanmasına" doğru çekiyordu. (2) Grubun mutat katılımcıları arasında, dünyadaki bazı büyük işletmelerin CEO'ları veya yönetim kurulu başkanları yer alıyordu. Bunlar arasında, Royal Dutch Shell, British Petroleum, Total SA ve David Rockefeller gibi uluslararası bankerler, politikacılar, başkanlar, başbakanlar ve merkez bankerleri bulunuyordu. (3) Bilderberg Grubu, "ilk başta, Soğuk Savaş sırasında Avrupa ve Kuzey Amerika ekonomilerini ve hükümetlerini birbirine bağlama niyetiyle yola çıkan, gizli bir küresel düşünce kuruluşu" gibi faaliyet gösterdi. (4)
1950'lerin başında, Avrupalı en üst düzey elitler, Atlantikçilik ve küreselleşme süreçlerini ilerletmeleri için Atlantik'in her iki yakasında en nüfuzlu şahsiyetleri bir araya getirip Bilderberg Grubu'nu kurmak üzere seçilmiş Amerikalı elitlerle birlikte çalıştılar. Katılımcıların listesine bakıldığında, mutat "şüpheliler"e rastlıyoruz: üst düzey politikacılar, uluslararası düzeyde tanınan işadamları, bankerler, düşünce kuruluşu ve vakıf liderleri, tanınmış akademisyenler ve üniversite liderleri, diplomatlar, medya patronları, askeri yetkililer? Bilderberg içinde, ayrıca, birçok devlet başkanı, monark ve kıdemli istihbarat yetkilisinin yanı sıra, CIA'in üst düzey görevlileri bulunuyordu. CIA, Bilderberg'in 1954 yılında gerçekleştirdiği ilk toplantısının da başlıca finansörü olmuştu. (5)
Bilderberg Grubu'nun Avrupalı kurucuları arasında, Hollanda'dan Prens Bernhard ve Joseph Retinger de vardı. Prens Bernhard, ne tesadüftür ki, 1934 yılına kadar Nazi Partisi üyesiydi. 1937'de ise, Hollanda Kraliçesi Juliana ile evlenmişti. Ardından, Alman endüstri devi I.G. Farben için çalışmıştı. Bu şirket, toplama kamplarında kullanılan Zyklon B. adlı gazı üreten şirket idi. (6) Amerikan tarafından bakıldığında ise, Bilderberg Grubu'nun kuruluşunda en etkin kişiler, David Rockefeller, Dean Rusk (daha sonraları Rockefeller Vak- fı'nın başına geçecek olan, öncesinde ise Dış ilişkiler Konseyi'nde üst düzey görev almış bir kişi), Joseph Johnson (bir başka Konsey lideri; kendisi Carnegie Endowment'ın başındaydı) ve John J. McCloy (1953'te Chase Manhattan Ban- kası'nın yönetim kurulu başkanı olup, aynı zamanda Ford Vakfı'nın da yönetim kurulu başkanlığını yürüten üst düzey Konsey lideri) olarak sayılabilir. (7)
En büyük Amerikan vakıflarının (Rockefeller, Carnegie ve Ford) Bilderberg Grubu'nun temellerinde belirleyici rol oynaması ise, bir rastlantı değil. 20. yüzyıl başında kurulduklarından bu yana, söz konusu vakıflar, elitler arasında uzlaşı yaratmak konusunda merkezi rol üstlenmişlerdi. Kısacası, sosyal mühendisliğin motorları uluorta karşımızdaydı: hem elit kesimler için, hem de toplumun geneli için. Eğitim konusunda uzman Profesör Robert F. Arnove'un da "Philanthropy and Cultural Imperialism" (Filantropi ve Kültürel Emperyalizm) belirttiği gibi:
"Carnegie, Rockefeller ve Ford gibi vakıflar, demokratik toplum üzerinde çürütücü etkiye sahipler. Ellerinde görece olarak düzensiz ve hesap verebilirliği olmayan bir güç ve refah birikimi söz konusu. Bu şekilde, yetenekleri satın alıyorlar; kendi davalarını ön plana çıkarıyorlar; ve toplumun dikkatini çeken bir gündem oluşturuyorlar. "Soğutma" ajansları görevi görüyorlar; daha radikal ve yapısal değişimleri öteliyorlar ve önlüyorlar. Kapsamı uluslararası nitelikteki ekonomik ve siyasi bir düzenin devamlılığını temin ediyorlar ve bu düzen, yönetici sınıfın çıkarlarına hizmet ediyor. Azınlıkların, çalışan sınıfın ve Üçüncü Dünya vatandaşlarının çıkarları ise, göz ardı ediliyor." (8)
Söz konusu vakıflar, Dış ılişkiler Konseyi ve Bilderberg Grubu gibi örgütlerin temelini oluşturan "küreselleşme" ideolojisini teşvik etmede asli rol üstlendiler. Özellikle de Rockefeller Vakfı, "liberal uluslararasıcılığı" savunan birçok örgütü destekledi. Liberal uluslararasıcılığın hedefi ise, şu şekilde belirtiliyordu: "ABD'yi öncü güç olarak ön plana çıkaran yeni bir dünya düzeni içinde bir dış politikayı savunmak." Söz konusu program ise, Rockefeller Vakfı tarafından nesnel ve siyaset-dışı olarak tanımlanıyordu. Yeni bir uluslararasıcı uzlaşı inşası, "eski düzen"in savunucularını sorgulayan ve onları yerlerinden eden örgütler ve bireylerin belli bir hedef dahilinde finanse edilmesini ve bir yandan da "yeni düzen"in ortaya çıkarılmasını gerektiriyordu. (9)
"Büyük vakıflar sadece düşünce kuruluşları gibi politika yönelimli enstitüleri fonlayıp kurmakla kalmadılar; aynı zamanda üniversitelerin ve eğitimin de yeniden düzenlenmesinde (özellikle de uluslararası ilişkiler alanındaki çalışmaların şekillendirilmesinde) asli rol üstlendiler." (10) Vakıfların eğitim ve üniversiteler (dolayısıyla da "bilgi") üzerindeki etkisinin bir eşi benzeri yoktu. Filantropi ve Kültürel Emperyalizm başlıklı kitapta da sözü edildiği gibi:
"Vakfın gücü; araştırılacak alanları dikte etmesinden kaynaklanmıyor; daha ziyade entelektüel ve mesleki parametreleri belirlemede, kimin hangi konuda araştırma desteği alacağını tespit etmesinde ortaya çıkıyor. Vakfın gücü, bazı tür faaliyetleri ön plana çıkarmasından ve bunları desteklemesinden kaynaklanıyor. Siyaset kuramcısı ve ekonomist Harold Laski'nin belirttiği gibi, "vakıflar, tüm üniversite camiasının zihinlerini yönlendirebilecek kudrette." (11)
Amerika'nın en zengin sanayicileri ve bankerlerinin kurduğu en büyük yardım kuruluşları, aslında beyan ettikleri kuruluş amaçları olan "insanoğlunun yararına çalışmak" yerine, sosyal mühendislik çabalarında bankerlerin ve sanayici elitlerin çıkarlarına hizmet etmeyi şiar edinmişlerdi. Bu güçlü aileler, bankalar yoluyla küresel ekonomiyi denetlemiş; düşünce kuruluşları yoluyla siyaset ve dış politika kuruluşlarını yönetmiş; ve vakıflar yoluyla kendi tasarıları ve çıkarları doğrultusunda toplum mühendisliği yapmışlardı. Elitler, söz konusu vakıflar üzerinden, eğitim süreçlerini, fikirlerini ve kurumlarını şekillendirir olmuşlar; böylelikle bilginin üretimi ve denetimi yoluyla toplum üzerinde hegemonyalarını daimi kılmışlardı. Eğitim kuruluşları ise, geleceğin elitlerini; yönetim, ekonomi, bilim ve diğer mesleki çevreler için hazırlamışlar; Bilderberg Grubu gibi düşünce kuruşlarının temel dayanağını oluşturan akademisyenler üretmişlerdi.
Kamu sektörü ile özel sektör arasındaki sınırları bulanıklaştırmada, ama bir yandan da bu iki alanın sosyal bilimler çalışmalarında etkin şekilde ayrıştırılmasında vakıfların üstüne yok. Kamu ve özel alanlar arasındaki bu sınır erozyonu, "sözde demokrasimize feodal unsurlar ekliyor"; bu sisteme ne siyasi elitler ne de sosyal bilimciler direnç gösteriyor, ne de olan biteni protesto ediyor. (12) Dış politika stratejisti ve Dış İlişkiler Konseyi eski direktörü Zbigniew Brzezinski'ye göre (ki kendisi ayrıca Bilderberg üyesidir ve David Rockefeller ile birlikte Üçlü Komisyon'un kurucusudur), "sınırların bulanıklaşması ABD'nin dünya hakimiyetine hizmet ediyor."
"Amerikan tarzı"nın tüm dünyaya aşamalı olarak yayılmasıyla birlikte, görünüşte "uzlaşmacı" bir Amerikan hegemonyasını dolaylı yoldan kurmak çok daha kolay hale geldi. Amerika'nın kendi iç sisteminde olduğu gibi söz konusu hegemonya kapsamında, birbiriyle bağlantılı kurumlar ve usullerden oluşan karmaşık bir yapı söz konusu ve bu yapının oluşturduğu uzlaşı ortamı, güç ile nüfuz alanlarındaki asimetrik durumları örtbas ediyor. (13)
Birleşik Avrupa fikrinin CIA tarafından desteklendiği biliniyor
1915 yılında, Kongre, hayır kuruluşlarının sahip olduğu güce dair bir soruşturma başlattı. Soruşturmayı yürütmekle görevlendirilen Walsh Komisyonu, "refahtan kaynaklanan gücün, demokratik kültür ve politikayı alt edebileceği" yönünde uyarıda bulundu.
(14) Walsh Komisyonu'nun hazırladığı Nihai Rapor'da, "bir toplum içinde vakıfların kendi ideolojilerini çok daha rahat uygulayabilecekleri" belirtiliyordu.
(15) Bu bağlamda, uzlaşı inşası ve elitler arasında ideolojinin sağlamlaştırılmasını hedefleyen bir uluslararası düşünce kuruluşu olarak Bilderberg Grubu'nun dönüşümünü anlamaya başlıyoruz. Bilderberg'çiler, daha ilk toplantılarında, şu konuları mercek altına almışlar ve sonraki toplantılarda da bu konuları odak noktasına almayı sürdürmüşlerdi:
- Komünizm ve Sovyetler Birliği;
- Bağımlı alanlar ve denizaşırı bölgelerdeki halklar;
- Ekonomi politikaları ve ekonomik sorunlar; ve
- Avrupa entegrasyonu ve Avrupa Savunma Topluluğu. (16) Bilderberg toplantılarına katılan neredeyse her Amerikalı katılımcı, aynı zamanda Dış ılişkiler Konseyi'nin üyesiydi. Bilderberg Grubu'nun saygın Amerikalı üyeleri arasında; David Rockefeller, Dean Rusk, John J. McCloy, George McGhee, George Ball, Walt Whitman Rostow, McGeorge Bundy, Arşur Dean, ve Paul Nitze bulunuyordu. Siyaset bilimci Stephen Gill'in de yazdığı gibi: "Amerikalılar arasında Rockefeller ağının çıkarları ağır basıyordu." [17]
Kuşkusuz, Rotschild'in çıkarları Bilderberg Grubu bünyesinde baki kalsa da (18), Rockefeller'in çıkarları başat konumdaydı. David Rockefeller'in İdari Komite'nin ıstişare Heyeti'nin üyesi olmasının yanı sıra Rockefeller'in sırdaşları da ıdari Komite'ye uzun süreler hizmet vermişler ve örgütle bağlantılarını sürdürmüşlerdi: ıçlerinde Sharon Percy Rockefeller, uzun süreler Dış ılişkiler Konseyi başkanlığını yürütmüş olan, aynı zamanda Kennedy ve Johnson dönemlerinde Ekonomik İşler Bakanlığı'nda bulunan George Ball, Henry Kissinger, Üçlü Komisyon'un ortak kurucularından Zbigniew Brzezinski, Joseph E. Johnson (ABD Dışişleri Bakanlığı'ndan emekli görevli ve Carnegie Uluslararası Barış Vakfı başkanı), John J. McCLoy (Dış İlişkiler Konseyi eski başkanı; ardından yerine David Rockefeller geçecektir), Dünya Bankası Direktörü, Ford Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı gibi kişiler bulunmaktaydı.
Bilderberg ve Avrupa Birliği
Bilderberg Grubu'nun kurucularından Joseph Retinger, aynı zamanda Avrupa Ortak Pazarı'nın mimarlarından biri olup, Avrupa entegrasyonunun önde gelen entelektüel şampiyonlarındandı. 1946 yılında, Uluslararası İlişkiler Kraliyet Enstitüsü'ne (Dış İlişkiler Konse- yi'nin kardeş kuruluşu ve İngiltere'deki muadili) yapmış olduğu açıklamada, Avrupa'nın federal bir birlik kurması gerektiğinden söz etmiş; Avrupalı ülkeleri de "egemenlik haklarının bir bölümünden vazgeçmeye" davet etmişti. Retinger, federal bir Avrupa kurulmasına adanmış bir lobi örgütü olan Avrupa Hareketi'nin de kurucusudur. Retinger, Avrupa Hareketi için ABD'nin güçlü mali kuruluşlarından (Dış İlişkiler Konseyi ve Rockefeller'lar) destek bulmuştu. (19) Şunu da belirtmekte yarar var; İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Dış İlişkiler Konseyi'nin başlıca mali kaynağı; Carnegie Corporation, Ford Foundation ve en önemlisi Rockefeller Vakfı'ndan gelmekteydi. (20)
Bilderberg Grubu'nun ve Avrupa Hareketi'nin kurucusu Retinger dışında, Avrupa entegrasyonunun ideolojik temellerini atan bir diğer kişi ise, Jean Monnet idi. Kendisi, Avrupa Birleşik Devletleri için Eylem Komitesi'ni (ACUE) kurmuştu. Söz konusu komite, Avrupa entegrasyonunu ilerletmeye yönelik bir örgüt idi. Kendisi, ayrıca Avrupa Ortak Piyasası'nın öncüsü olan Avrupa Kömür Çelik Topluluğu'nun da ilk başkanı idi. (21) 2001 yılında açıklanan ancak öncesinde gizli tutulmuş olan bazı belgelere göre; "ABD istihbarat topluluğu, ellili ve altmışlı yıllarda, birleşik bir Avrupa'ya yönelik ivme yaratmak için bir kampanya yürütmüş; Avrupa federalist hareketini fonlamış ve bizzat yönlendirmişti." (22) Belgeler ışığında; "Amerika'nın perde arkasından, İngiltere'yi Avrupalı bir devlet olmaya ittiği ve bunun için saldırgan bir çaba içinde olduğu" görülüyor.
Dahası, "Washington'un Avrupa gündemini şekillendirmek için elindeki başlıca araç 1948 yılında oluşturulmuş olan Birleşik bir Avrupa için Amerikan Komitesi idi. Komite'nin başkanı Donovan olup, kendisi o dönemde avukatlık yapmaktaydı. Başkan yardımcısı ise, ellili yıllarda CIA'in direktörlüğünü yürütmekte olan Allen Dulles idi. Yönetim kurulunda CIA'in ilk direktörü de bulunuyordu. Söz konusu komitenin, Savaş-sonrası yılların en önemli federalist örgütü olan Avrupa Hareketi'ni finanse ettiği, belgelerden ortaya çıkıyor. "Ne ilginçti ki, "Avrupa Hareketi'nin liderleri -Retinger, ileri görüşlü Robert Schuman ve Belçika eski başbakanı Paul Henri Spaak-, Amerikalı sponsorları tarafından "ırgat" muamelesi görüyorlardı. ABD'nin rolü ise, gizli bir operasyon dahilinde yürütülmüştü. Komite'nin finansman kaynakları ise; Ford ve Rockefeller vakıflarının yanı sıra, ABD hükümetiyle yakın bağlar içindeki iş camiası idi." (23)
1951 yılında Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu kuruldu. Kurucular; Fransa, Batı Almanya, İtalya, Belçika, Lüksem- burg ve Hollanda'dan oluşuyordu. 1955 yılında gerçekleşen Bilderberg toplantısının ana gündem maddesinin ise, "Avrupa çapında Birlik tesisi" olduğu, yeni ortaya çıkan belgelerden anlaşılıyor. Söz konusu toplantı neticesinde, entegrasyon ve birleşme fikirlerine tam destek verilmesi kararlaştırılmıştı. Dahası, "bir Avrupalı konuşmacı, ortak para birimi gereksinimi hakkında endişesini dile getirirken, bunun merkezi bir siyasi otorite kurulmasını gerektireceğinden söz etmiş; ilginç bir şekilde Amerikalı bir katılımcı ise, ABD'nin entegrasyon fikrini halen tüm heyecanıyla savunduğunu belirtmiş; bir başka Amerikalı katılımcı ise Avrupalı dostlarını Avrupa'nın birleştirilmesi sürecinde hızlı ve pratik olmaya davet etmişti". (24) Dolayısıyla, 1955 yılında gerçekleşen Bil- derberg Grubu toplantısında öncelikli gündem maddesi, Avrupa çapında ortak bir piyasa kurulması idi. (25)
Bilderberg'in kurucuları AET'nin de kurucularından
1957 yılında ise, yani iki yıl sonra Roma Antlaşması imzalandı; böylelikle Avrupa Topluluğu olarak da bilinen Avrupa Ekonomik Topluluğu kurulmuş oldu. Yıllar boyu birçok antlaşma imzalandı ve giderek daha fazla ülke Avrupa Topluluğu'na katıldı. 1992 yılında Maastricht Antlaşması imzalandı ve Avrupa Birliği kuruldu. Bu ise, Euro'nun oluşturulmasına giden yolu açtı. 1994 yılında ise Avrupa Para Enstitüsü yaratıldı, 1998 yılında Avrupa Merkez Bankası kurulurken, 1999'da ise Euro tedavüle girdi. Bilderberg Grubu'nun yönetim kurulu başkanı ve Avrupa eski komiseri Etienne Davignon'un 1999 Mart'ında yapmış olduğu açıklamaya kulak verirsek, Euro, bizzat Bilderberg konferanslarında tartışılmış ve planlanmıştı. (26)
Avrupa Anayasası (şu anki ismiyle, Lizbon Antlaşması), bir Avrupa süper- devleti yaratılması doğrultusunda bir adım idi. Ayrıca, bir AB dışişleri bakanlığı makamı oluşturmuş ve bu sayede dış politikasının eşgüdümünü sağlamayı hedeflemiş; AB çapında bir savunma politikası oluşturmak için gerekli çerçeveyi çizmişti. AB yasaları, tüm üye ülkelerin hukukunun üstünde olacak; böylelikle üye ülkeler, merkezi bir federal hükümet sistemi içinde "eyaletler" haline getirilecekti. (27)
AB Anayasası, büyük ölçüde Fransa'nın 1974-1981 yılları arasındaki cumhurbaşkanı Valery Giscard d'Esta- ing tarafından kaleme alındı. Kendisi, aynı zamanda Bilderberg Grubu'nun ve Üçlü Komisyon'un bir üyesi olup, Henry Kissinger'ın da yakın dostu olarak kendisiyle birçok ortak makale yazmıştı. 2009 yılında kabul edilen Antlaşma, AB Konseyi Başkanlığı gibi bir pozisyon yaratmış ve bu kişiye, AB'yi dünya sahnesinde temsil etme ve AB'nin siyasi yönelimini belirleyen Konsey'e başkanlık etme görevleri verilmişti. AB Konseyi'nin ilk başkanı, Herman Van Rompuy oldu. Kendisi, Belçika'nın eski Başbakanı. 12 Kasım 2009 tarihinde, Bilderberg'in küçük çaplı bir toplantısı gerçekleşti. Toplantıya, Bilderberg Grubu'nun yönetim kurulu başkanı Viscount Etienne Davignon başkanlık etti.
Toplantıya, aralarında "uluslararası düzeyde politika yapıcılar ve sanayiciler"in de bulunduğu bir grup katıldı. İçlerinde Henry Kissinger da bulunmaktaydı. Herman Von Romputy ise, "görevi icabı, Bilderberg oturumuna iştirak etti; AB'yi finanse etmek için yeni bir vergi toplama sistemi önererek, AB çapında bütçe mücadelelerinin bu şekilde önlenebileceğini belirtti." (28) Van Rompuy, Başkan seçilmesinin ardından yaptığı konuşmada şöyle demişti: "Son derece zorlu dönemlerden geçiyoruz: bir yandan mali kriz ve bunun istihdam ve bütçe üzerindeki çarpıcı etkisi, bir yandan iklim krizi, bir yandan yaşanan endişe, belirsizlik ve güvensizlik dönemi... Tüm bu sorunların, ülkelerimiz arasında ortak bir çaba neticesinde üstesinden gelinmesi mümkün. 2009 yılı, G-20 öncülüğünde mali krizin tam ortasında küresel yönetişimin uygulandığı ilk sene oldu. Ayrıca, Kopenhag'da gerçekleşen iklim konferansı da, gezegenimizin küresel yönetimine dair atılan bir diğer önemli adım idi. (29)
Bilderberg'in 2011 yılında ısviçre'de gerçekleşen son toplantısından sızan bilgilere bakılırsa, Euro bölgesi büyük bir kriz içinde bulunuyor ve Bilderberg üyeleri ise, ortalığın tamamen yangın yeri haline gelmemesi için didinip duruyorlar. Bu yılki toplantıda ele alınan temel konulardan biri de, Yunanistan'ın giderek bozulan durumu, ufukta görünen yeni yardım paketi, halk ayaklanmaları ve Euro bölgesinden çıkma olasılığıydı. Yunanistan'ın, İrlanda'nın ve küresel ekonominin genelinin karşılaştığı sorunlar da, bu yılki tartışmalarda ele alındı. (30). Bu sene Yunanistan'ı temsil eden kişiler arasında; Yunanistan Maliye Bakanı Yorgo Papakonstantinu'nun yanı sıra, birçok banker ve iş adamı bulunuyordu. [31]
Bu yılki toplantıya katılan ve AB çapında nüfuz sahibi kişiler arasındaki bir isim ise, AB Konseyi Başkanı Herman van Rompuy idi. Kendisi, Kasım 2009'da Bilderberg'in özel bir toplantısına davet edildikten ve bu toplantı sırasında AB çapında vergi salınmasını savunan, AB'nin salt üye ülkelerine değil, aynı zamanda "kendi öz kaynakları"na sırtını dayaması gerektiğini vurgulayan [32] bir konuşma yaptıktan sonra Başkan seçilmişti. Van Rompuy, daha önce de, "2009'un, küresel yönetişimin ilk yılı olduğu"nu belirtmişti.
Van Rompuy, Bilderberg açısından "sürpriz bir misafir" değildi. Bu yılki toplantıya katılan diğer önemli AB yetkilileri arasında ise; Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Joaqum Almunia, AB Konseyi Başkanı'na bağlı Kabine Başkanı Frans van Daele, Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı Neelie Kroes, ve elbette Avrupa Yatırım Bankası Başkanı Jean-Claude Trichet bulunmaktaydı.] (Editör Notu: 23-24 Haziran tarihleri arasında Brüksel'de gerçekleşen AB devlet ve hükümet başkanları Zirvesi sonucunda; İtalya Merkez Bankası Başkanı Mario Draghi, Avrupa Merkez Bankası'nın gelecek dönemki Başkanı olarak seçildi. Görevini Jean-Claude Trichet'den devralacak olan Mario Draghi, 1 Kasım 2011 - 31 Ekim 2019 tarihleri arasında görev yapacak.)
Her toplantıda olduğu gibi bu toplantıda da resmi bir katılımcı listesinin yanı sıra, toplantıya katılan ancak isimleri resmi basın bildirisinde yer almayan katılımcılar da bulunuyordu. Bu yılki toplantıda isimleri listeye konmayan kişiler arasında; NATO Genel Sekreteri Anders Rasmussen'in (ki bu hiç de şaşırtıcı değil; hele ki NATO Genel Sek- reteri'nin neredeyse her toplantıda hazır ve nazır olduğu düşünüldüğünde), İspanya Başbakanı Jose Luis Zapatero'nun, Alman şansölye Angela Merkel'in, Bill ve Melinda Gates Vakfı Başkanı Bill Gates'in ve ABD Savunma Bakanı Robert Gates'in bulunduğu söyleniyor. [34] Guardian'ın aktardığına göre, bu "gayriresmi ziyaretçiler", konferans sırasında bizzat görüldüler veya katılımları "basına sızdırıldı."[35] Angela Merkel'in daha önce de söz konusu toplantılara katıldığı söyleniyor. Bu durum da, bu toplantıya katılmasını çok daha az "şaşırtıcı" kılıyor. [36]
Bilderberg, AB'nin çökmemesi için her şeyi yapacak
Son toplantıda AB yetkilileri, AB'nin gerek kendisini gerekse dünyanın genelini etkileyen ekonomik kriz karşısında kitlesel bir güç kapma girişiminde bulunması gereğini masaya yatırdılar. Diğer türlü, Euro ve Birliğin kendisinin çökeceğini savundular. Bu da Bilder- berg grubunun 57 yıllık tarihi boyunca gerçekleştirmeye çalıştığı şeylerin lanetleneceği bir senaryo anlamına geliyor. Basitleştirmek gerekirse, ortadaki hedef şudur: Kendi başına bir AB polisi yaratmak ve bu AB polisinin, kurallara uymayan milletleri cezalandırmasını sağ- lamakİddia edilene göre, bir Bilderberg'ci de toplantıda şöyle demiş: "Bizim burada yapmak istediğimiz, gerçek bir ekonomik hükümet tesisi". [37] Toplantıya katılan birçok Avrupalı'nın bu şekilde bir açıklamayı kolaylıkla yapabileceğine dair izlenim kuvvetli.
Toplantı öncesi Avrupa Merkez Bankası Başkanı (eski başkanı - Editör Notu) Jean-Claude Trichet; "bölge çapında süregelen devlet borcu krizinin zaptedilmesi güçlüğü karşısında, 17 ülkeden oluşan bir döviz kuru bölgesi oluşturulması için hükümetlerin bir maliye bakanlığı kurmayı gözden geçirmesi gerekiyor" dedi. Trichet şöyle bir soru attı ortaya: "Birlik için bir Maliye Bakanlığı kurma fikri, tek Pazar, tek para birimi ve tek merkez bankasının olduğu bir ortamda aşırı zekice mi olur?" Tric- het'ye göre; söz konusu bakanlık, en azından üç alanda doğrudan sorumluluk sahibi olacak:
- Mali politikaları ve rekabetçilik politikalarını denetlemek;
- Birliğin entegre mali sektörüne ilişkin olarak tüm idari sorumlulukları üstlenmek ve mali hizmetlerin tam bütünleşmesine hizmet etmek;
- Birliği uluslararası mali kuruluşlar nezdinde temsil etmek. (38)
Geçtiğimiz sene Belçika Başbakanı Yves Leterme de, "Avrupa Ekonomi Hükümeti" şeklindeki bir fikri desteklemiş ve şöyle demişti: "Artık masada güçlendirilmiş ekonomik yönetim diye bir kavram var ve bu konuda önümüzdeki dönemde ilerleme kaydedilecek. Son kertede, Avrupa Borç Ajansı veya ona benzeyen bir kuruluş, bir hakikat halini alacak. Ben bundan eminim. Mesele, Avrupa'nın mali istikrarı olunca, federalizm hakkında ideolojik bir tartışma olmaktan çıkıyor konu... Ben bizzat federalizm savunucu olsam da, daha fazla ve daha derin entegrasyon, aslında, ortak para birimine sahip olmanın mantıklı birer sonucudur." [39]
Leterme'in selefinin, halihazırda Bil- derberg üyesi ve AB Başkanı Herman van Rompuy olduğu ve Rompuy'un "ekonomi hükümeti" ve "küresel yöneti- şim"in hararetli bir savunucusu olarak kabul edildiği düşünüldüğünde, bu pek de şaşırtıcı olmayacaktır. "Ekonomi hükümeti" ne yönelik planlar, hem Fransa'nın hem de Almanya'nın güçlü bir taahhüt altına girmesini gerektiriyor. Bu da, Merkel'in Bilderberg toplantılarında boy göstermesini açıklayabilir. 2010 Mart ayında, Alman ve Fransız hükümetleri, hazırladıkları bir taslakta, AB çapında mali politika koordinasyonunu güçlendirmeyi hedefliyorlardı.
Alman gazetesi Der Spiegel'in ele geçirdiği söz konusu plan, "sorunlar ortaya çıkmadan önce eyleme geçebilmek için, münferit üye ülkelerin rekabet güçlerinin daha fazla denetlenmesi çağrısında bulunuyordu". Lüksemburg Başbakanı Jean-Claude Juncker ise, plana şu şekilde yanıt vermişti: "Euro bölgesindeki ekonomik politikanın daha güçlü koordinasyonu için Avrupa çapında bir ekonomi hükümetine ihtiyacımız var." [40] 2010 Aralık'ında ise, Alman Maliye Bakanı Wolfgang Schaeuble şöyle demişti: "10 yıl içinde, siyasi birliğe çok daha güçlü şekilde yanıt verecek bir yapıya sahip olacağız."[41]
Alman basın organlarının 2011 başında aktardığı gibi, Almanlar ve Fransızlar, söz konusu "ekonomi hükümeti"nin farklı boyutları konusunda görüş ayrılığına düştüler. Bununla birlikte, Merkel'in de belirttiği gibi: "Söz konusu ekonomi hükümeti konusunda görüşmelerimiz uzun süredir devam ediyor. şu anda öngördüğümüz şey ise, bu konuda bir adım daha öteye gidiyor." Bununla birlikte, iki yaklaşım arasındaki farklılıklar, şu şekilde ifade edilebilir:
Fransa'nın tercihi; AB üye ülkelerinin devlet ve hükümet başkanlarından oluşan AB Konseyi'nin bir tür ekonomi hükümetine dönüşmesi yönündedir. Hatta başlangıçta sadece Euro bölgesi ülkelerinin dahil olacağının açıklanması üzerine, Fransa Maliye Bakanı (ve Bilderberg katılımcısı) Christine Lagarde, projeyi "16-üstü" olarak nitelendirmişti.Alman- lar ise, tamamen farklı bir noktaya odaklanmış durumdalar. Onlar, mevcut kurtarma fonunun, 2013 yılında Avrupa ıstikrar Mekanizması ile değiştirilmesini istiyorlar. Buna göre, herhangi bir yardım karşılığında nakit sıkıntısı çeken ülkelerin, kendilerini sıkı maliyet azaltıcı bir rejime tabi tutmaları gerekecek. [42]
Mario Draghi, halihazırda İtalya Merkez Bankası başkanı. Aynı zamanda Uluslararası Ödemeler Bankası BlS'in (yani dünyadaki tüm merkez bankalarının merkez bankası) de yönetim kurulunda bulunuyor. 2010 Mart'ında BlS'in websitesine konan bir mülakatta, Mario Draghi, Yunan krizine yanı olarak, "Euro alanında, çok daha koordineli yapısal reformlar ve çok daha büyük bir disiplin sağlayacak türden, daha güçlü bir ekonomik yönetişime ihtiyaç duyduğumuzu" belirtmişti. [43] Mario Draghi, Bilderberg Grubu'nun 2009 yılında düzenlediği konferansa da katılmıştı. [44] Mario Draghi'in, Avrupa Merkez Bankası başkanlığı için 2011 Ekim ayı itibariyle Trichet'nin halefi olması yönünde Euro-bölgesi maliye bakanlarının desteğini alması, bu anlamda şaşırtıcı olmasa gerek. [45]
Kuşkusuz Avrupa düzeyinde ekonomi yönetimi hedefi, önümüzdeki yıllarda da devam edecek. Hele ki ekonomik kriz bu şekilde devam ederse... Uzun dönemdir Bilderberg'in katılımcısı olan Dominique Strauss-Kahn'ın da söylediği gibi, "kriz, bir fırsattır." [46] Bilderberg, her ne kadar gücü her şeye yetmese de, Euro'nun çökmesini ve AB'nin son bulmasını engellemek için elinden gelen her- şeyi yapacak. Ne de olsa, Bilderberg, başından beri, Avrupa entegrasyonunu asli hedeflerinden biri olarak saptamıştı. Bilderberg'in kurucusu ve uzun süre boyunca yöneticiliğini yapmış olan Prens Bernhard'ın resmi biyografisinde, Bilderberg Grubu, "Avrupa Topluluğu'nun doğum yeri olarak belirlenmişti". [47]
IMF'de bir rejim değişikliği mi?
Avrupa çapında bir ekonomi hükümeti önerisini getiren süreçte öncü rol üstlenen Fransız Maliye Bakanı Christi- ne Lagarde, aynı zamanda IMF'nin Direktörlüğü yarışında açık ara önde. (Bu makalenin yazılmasının ardından, Haziran sonunda Lagarde, IMF Başkanlığı'na seçildi - Editör Notu) IMF'nin Direktörü her zaman için (bu sene hariç) Bilderberg toplantılarına katılmıştır. Dolayısıyla, bu pozisyon da, Bilderberg toplantılarından en az birine davet edilmiş kişilere genellikle ayrılır. Christine Lagarde'ın da 2009 yılında bir Bilderberg toplantısına katılmış olduğunu belirtmekte yarar var. [48]
Yeni dünya düzeninde Çin'e yer var mı? Araştırmacı gazeteci Daniel Estu- lin'in bu seneki toplantıya katılanlardan elde ettiği bilgilere göre, toplantıda Çin'in rolüne dair önemli bir tartışma yaşanmış. Pek de şaşırtıcı olmasa gerek; hele ki bu meselenin birkaç yıldır toplantıların temel konusu olduğu düşünüldüğünde... Çin, Pakistan'ın en yakın ekonomik ve stratejik müttefiki olarak Pakistan ile ilgili tartışmalarda ağırlığını koyuyor. Amerika, Afgan savaşını komşu Pakistan topraklarına genişletmeye devam ettikçe, bu durumda herhangi bir değişiklik olması da beklenmiyor. Çin, ayrıca Afrika'da da büyük bir oyuncu olarak kabul ediliyor ve Batı'nın özellikle Dünya Bankası ve IMF yoluyla kıta üzerinde kurduğu hakimiyetini tehdit ediyor. Çin, dünyada ABD'nin başlıca ekonomik rakibi oldu. IMF'nin de kısa süre önce tasdik ettiği gibi, Çin ekonomisinin 2016 yılı itibariyle ABD ekonomisini geride bırakacağı bekleniyor. Bilderberg, bu konuyla sadece mali-ekonomik pencereden değil, dünyanın jeopolitik dönüşümü açısından da ilgileniyor ve bunu "çağımızın en büyük hikayesi" olarak nitelendiriyor. [49]
Bu seneki toplantıda Çin konusundaki tartışmaları özgün kılan ise; ilk kez Çin'den iki katılımcının bulunması oldu: Pekin Üniversitesi'nden saygın ekonomi profesörü Huang Yiping ve Çin Dışişleri Bakanı yardımcısı Fu Ying. [50] Bu tamamen beklenmedik bir durum ve Bilderberg'in tamamen Avrupa ve Kuzey Amerika (Atlantik) örgütü olduğu düşünüldüğünde, meselenin aslında ne denli önemli olduğunu da gösteriyor. Örneğin geçmişte, Bilderberg üyelerinden David Rockefeller ve Zbigniew Brzezinski, Japonya'nın aralarına 1972'de katılması yönünde öneri getirdiklerinde, Avrupalılar bu öneriyi reddetmişler; bunun yerine 1973'te kurulan Üçlü Komisyon, Batı Avrupa, Kuzey Amerika ve Japonya'nın elit tabakasını bir araya getirmişti. Üçlü Komisyon içindeki Japonlar, 2000 yılında "Pasifik Asya Grubu"na dönüşmüş ve Japonya'nın yanı sıra, Güney Kore, Avustralya, Yeni Zelanda, Endonezya, Malezya, Filipinler, Singapur ve Tayland'ı kapsar hale gelmişti.
2009 yılında, G-20'ye, küresel ekonomik krizi "yönetme" görevi verildi; Çin ve Hindistan başta olmak üzere "yükselen" ekonomik devler de bu kapsama alınacaktı. Bilderberg üyesi Jean-Claude Trichet'nin belirttiği gibi, bu durum, "küresel ekonomik kriz açısından öncelikli grup olarak G-20'nin ortaya çıkışı" anlamına geliyordu. [51] Aynı yıl içinde, göreve yeni atanan Herman van Rompuy, "küresel yönetişimin ilk yılı olduğu"nu ilan etti. Bunun sonucunda, 2009 yılında Çin ve Hindistan, Üçlü Komisyon'un resmi üyeleri olarak davet edildiler.[52]
Tüm bunlar ise, Hindistan ve özellikle Çin'in küresel meselelerde artan bir rol sahibi olduklarının bir işareti. Bilderberg toplantılarına katılım; Çin'in yerleşik kurumlardan, ideolojilerden ve küresel güç sistemlerinden dışlanmaması hedefini vurguluyor. Aynı zamanda, Çin'in bu sistem içine tam entegre edilmesi öngörülmüştü. Belki de en iyi şekilde Bilderberg tarafından temsil edilen küresel elit kesimin hedefi, Amerikan imparatorluğunun çöküşüne ve yeni bir imparatorluğun yükselişine izin vermemekti. Daha ziyade, Amerikan hegemonyasının çöküşünün yepyeni bir küresel yönetişim sistemi içinde yönetilmesi söz konusuydu. Bu "büyük fikir" ise, Çin'in katılımı olmaksızın imkansızdı. Bilderberg, küresel yönetişim ideolojisine tamamen doyduğu için, Çin'in davet edilişi şaşkınlık yaratmamalı. Belki de şaşkınlık yaratması gereken şey, bu sürecin bu denli uzun sürmesidir.
Peki Bilderberg, Küresel bir Yönetim mi Kuruyor?
Jon Ronson, Guardian'a yazdığı bir köşe yazısında, toplantılarının gizliliği konusunda süregelen "komplo teorileri"ni yok etmek amacıyla, Bilderberg Grubu'nun kilit üyeleriyle yaptığı bir mülakatı yayımlamıştı. Bununla birlikte, söz konusu mülakatlar sırasında, grubun sosyal önemine ilişkin önemli bilgiler de yavaş yavaş ortalığa saçılmaya başlamıştı. Ronson, David Rockefeller ile temas kurmaya çabalamış; ancak basın sekreterliğine ulaşabilmişti. Oradan aldığı yanıt ise; "Rockefeller ve Bilderberg gibi küresel düşünce kuruluşları hakkındaki komplo teorilerinin artık David Rockefeller'i usandırdığı" yönünde olmuştu. Basın sekreterliğine göre, "Bay Rockefeller'in vardığı sonuç şuydu: Bu, mantıklı olan ve mantıklı olmayan düşünce arasında bir çarpışmadır. Mantıklı insan, küreselleşmeyi savunurken, mantıksız insan ise milliyetçilikten yana tavır koyar." [53]
"Dünyayı Bilderberg'in yönettiği" şeklindeki komplo teorilerini reddeden Ronson'un anlattığına bakılırsa; görüştüğü Bilderberg üyeleri şunu kabul etmişti: "uluslararası ilişkiler, zaman zaman bu oturumların etkisinde kalır."
David Rockefeller, küreselleşmenin "papa"sı sayılır.
İdari Komite'nin 30 yıllık üyesi Denis Healey, bu konuyu şu şekilde açıklamıştı: "Dünya üzerinde tek bir hükümet kurulması fikri karşısında hepimizin yanıp tutuştuğumuzu söylemek, abartılı olabilir; ancak tamamen haksız da sayılmaz. Bizim gibi Bilderberg'de görev alanlar, birbirimizle sonsuza dek didişip duramayacağımızı, insanları mütemadiyen öldürüp milyonlarcasını evsiz barksız bırakmaya bir son verme zamanının geldiğini gayet iyi biliyorlar. Dolayısıyla, dünya üzerinde tek bir topluluğun oluşması fikrinin iyi olabileceğini de hissetmeye başladık. Bilderberg, politikacıları, sanayicileri, finansçıları ve gazetecileri bir araya getirmenin bir yoludur. Politikanın, politikacı olmayan insanları içermesi gerekir. Genç politikacıları da bünyemize alıp, onları finansçılar ve sanayicilerle bir araya getirip onlardan akıl almalarını sağlıyoruz. Tüm bunlar ise, hassas bir küresel politika yaratma şansını artırıyor." [54]
Geçmişte Bilderberg toplantılarına da katılmış olan Observer'ın eski editörü Will Hutton, zamanında grubu "küreselleşmenin başpapazları" olarak nitelendirmişti. [55] Hutton'a göre; "insanlar, dünyanın gidişatını etkilemek ve politika alanında uluslararası bir sağduyu yaratmak adına bu ağlarda yer alıyorlardı." Bilderberg Grubu Başkanı Viscount Etienne Davignon ise, küresel bir yönetici sınıfın varlığına inanmıyor; daha ziyade etki gücü sahibi olmak isteyen insanların nüfuzlu insanlarla görüştüğünü düşünüyor. [56] Kaliforniya Üniversitesi'nde Psikoloji ve Sosyoloji profesörü olan G. William Domhoff da, Bilderberg Grubu hakkında yazanlardan... Ancak, asıl araştırdığı konunun "elitlerin aralarında bir uzlaşı geliştirmek için nasıl çabaladıkları" meselesi olduğunu açıklıyor. [57]
Bilderberg'çiler, uzun yıllardır küresel yönetişim ve "küresel hükümet"in savunucuları oldular. "Kriz" her zaman, gündem maddelerini ilerletmelerinin mükemmel bir yolu olageldi. Nasıl ki Yunanistan'daki kriz, "Avrupa çapında bir ekonomi hükümeti" kurulması yönündeki çağrıları artırsa da, küresel mali kriz de, "küresel ekonomik yönetişim" davasının ilerletilmesi için bir gerekçeye dönüştü. 2010 Mayıs'ında yapmış olduğu bir konuşmada "Kriz bir fırsattır" diyen Dominique Strauss-Kahn, "küresel bir merkez bankasının çıkardığı yeni bir küresel döviz kuru"na yönelik bir çağrıda bulunmuş; küresel merkez bankasının aynı zamanda son çare olarak kredi verecek bir kurum olmasını önermişti. Bununla birlikte, "henüz küresel işbirliği düzeyinden oldukça uzakta olmamız, beni korkutuyor" demeyi de ihmal etmemişti. [58] Elbette, dünya, ekonomik ve mali bir harabeye dönüşmeyi sürdürmezse...
2009 Nisan'ında gerçekleşen G-20 zirvesinin ardından, "dünya rezerv kurunda ABD dolarının üstlendiği rolü idame edecek yeni bir küresel kur oluşturulması doğrultusunda bir takım planlar açıklandı." Telegraph'ın aktardığı gibi; "G-20 liderleri, IMF'nin para basma gücünü harekete geçirmişler ve küresel düzeyde "niteliksel bir gevşeme"yi başlatmışlardı. Bu şekilde davranarak, dünya çapındaki döviz kurunu fiili olarak kullanmaya başlıyorlardı. Bu, herhangi bir egemen kuruluşun denetimi dışında bir durumdu." [59] Washington Post'un aktardığına göre; İMF, "küresel ekonomi açısından gerçek bir Birleşmiş Milletler'e dönüşmeye kararlıydı."
IMG, dünya ekonomisini yönetmede kuşkusuz merkezi bir rol edinecekti. Sonuç olarak, Washington da, küresel mali politika açısından bir güç merkezi olmaya namzetti. Tıpkı Birleşmiş Milletler'in New York'u diplomasi merkezi haline getirmesi gibi... [60] Bununla birlikte, IMF, küresel döviz gündeminin ön sıralarına doğru itilirken, Uluslararası Ödemeler Bankası BIS, "küresel yönetişim" anlamında gerçek otorite olmayı sürdürüyor. IMF'nin dergisi Finance and Development'ta 2009 yılında belirtildiği gibi: "1930 yılında kurulmuş olan BIS, küresel yönetişim düzenlemelerinin koordinasyonunda en eski ve merkezi odak noktası olmayı sürdürüyor." [61] Jean- Claude Trichet ise, 2010 Nisan'ında Dış İlişkiler Konseyi'nde vermiş olduğu bir konuşmada; "bugün mühendisliğini yapmakta olduğumuz küresel yönetişimin yaşamakta olduğu çarpıcı dönüşüm, üç örnekle simgeleniyor":
- Küresel ekonomik yönetişimin başlıca grubu olarak G-20'nin ortaya çıkması;
- Merkez bankalarının işbirliğinin yönetişimi alanında temel grup olan BIS çatısı altında merkez bankaları guvernörlerinden oluşan Küresel Ekonomi Toplantısı'nın tesis edilmesi;
- Mali İstikrar Kurulu'na üyeliğin yükselen piyasa ekonomilerini de kapsayacak şekilde genişletilmesi. [62]
Trichet konuşmasını tamamlarken şu noktaya da vurgu yapmıştı: "Küresel yönetişim, küresel mali sistemin direncini artırmanın özünü teşkil eder." [63] Trichet, bir sonraki ay Kore Bankası'nda bir konuşma yapmış ve şöyle demişti: "Merkez bankaları arasındaki işbirliği, küresel yönetişimin yeniden şekillendirilmesinde genel bir eğilime dönüşüyor ve bu durum, küresel mali kriz tarafından da tetikleniyor. Dolayısıyla, kriz sonucunda merkez bankaların ekonomik öneminin arttığı daha iyi anlaşıldı ve küresel yönetişim dahilinde onların tam bir entegrasyona dahil olmaları gereği ortaya çıktı." Trichet, bir kez daha BIS'i ve onun oluşturduğu "forumları" -Küresel Ekonomi Toplantısı ve Mali İstikrar Kurulu gibi-, merkez bankalarının işbirliği için "ana kanal" olarak nitelendirdi. [64]
Rockefeller’in rüyası
David Rockefeller, 96. Yaş gününü geçtiğimiz haftasonu Bilderberg toplantısı sırasında kutladı. Kendisi, 1954'te kurulan grubun ilk kurucularından hayatta kalan tek kişi. Eğer Bilderberg Grubu, "küreselleşmenin başrahipleri"ni temsil ediyorsa, David Rockefeller de "Papa" sayılır. James Wolfensohn, Rockefeller'ların sadece Amerika için değil, tüm küreselleşme süreci için önemini temsil eder. Avusturya asıllı James D. Wolfensohn ise, 1992-2005 arasında Dünya Bankası'nın başkanlığını yaptı ve o zamandan beri Wolfensohn & Company, LLC adıyla kurduğu kendi şirketini yönetiyor. Kendisi ayrıca Bilderberg grubunun da idari komitesinde uzun süre yer aldı ve Amerikalı düşünce kuruluşlarından Brookings Enstitüsü'nün de onursal üyeleri arasında bulundu. Rockefeller Vakfı'nın da yönetim kurulunda yer alan Wolfensohn, ayrıca Dış İlişkiler Konseyi'nin de üyesi. Wolfensohn'un babası Hyman'ın patronu, Rothschild bankacılık hanedanlığından James Armand de Rothschild idi; hatta James ismini ondan alır. Babası ona, "kılavuzlarını, dostlarını ve nüfuzlu kişilerle bağlantılarını nasıl yöneteceğini" öğretmişti. [65] Wolfensohn, finans dünyasında hızlı adımlarla yükseldi ve babası gibi o da, 20.yüzyılın hakim konumdaki ailesi Rothschild'ların hizmetinde çalıştı. David Rockefeller'ın doksanıncı doğum günü vesilesiyle Dış İlişkiler Konseyi'nde konuşma yapan James Wolfensohn şöyle demişti:
"Kendisi bu ülkede benim mesleki yaşantımda en büyük etki doğuran kişidir ve bunu söylemekten son derece mutluyum. Kendisiyle ilk olarak 1957 veya 58'de Harward Business School'da tanışmıştık. 20.yüzyıl başında Rockefeller ailesi, artık gündemdeki meselelerin sadece ABD açısından bir önem arz etmediğini, daha küresel bir vizyon edinmek gerektiğini fark etti ve David'in dedesi, Rockefeller Vakfı'nı kurdu. Dolayısıyla, Rockefeller ailesi, son 100 yıl boyunca, özellikle kalkınma meselelerine son derece büyük bir önem atfetti. Hatta küreselleşme sürecinde ve küreselleşmeden kaynaklanan meselelerde onlar kadar nüfuz sahibi başka bir aile yoktu. Hatta, bugün bile birçok açıdan bizden bir adım önde olduklarını da söylemek gerek. David'e de varlığından ve yaptığı katkılardan dolayı müteşekkiriz." [66]
David Rockefeller ise, ailesinden ve dünyayı şekillendirmedeki kişisel rolünden söz ederken, çok daha az alçakgönüllü ve hatta belki de daha dürüst bir görüntü sergiliyor. 2002'de yayımladığı Hatıralar adlı kitabında şöyle yazmıştı: "Bir yüzyıldan uzun süredir, siyasi spektrumun ideolojik açıdan aşırı uçlarında konumlananlar, bizim kamuoyuna yansıyan girişimlerimizi, Amerika'nın siyasi ve ekonomik kurumlarını yönlendirmek istediğimiz şeklinde yorumladılar. Hatta bazıları, ABD'nin çıkarları karşısında gizli bir komplonun parçası olduğumuzu iddia ettiler. Beni ve ailemi "uluslararasıcı" olarak yaftalayıp, dünya çapında çok daha bütünleşik bir siyasi ve ekonomik yapı kurma -yani tek bir dünya yaratma- hedefimiz olduğunu ileri sürdüler. Eğer bana isnat edilen suç buysa, evet ben suçluyum ve bundan da gurur duyuyorum." [67]
Bu kabul yeterince açıklayıcı değilse, David Rockefeller'ın 1991 yılında Bil- derberg toplantısındaki konuşmasını anımsayalım: "Washington Post, New York Times, Time Magazine ve diğer büyük yayın kuruluşlarının direktörlerinin kırk yıllık sözlerini tutup toplantımıza iştirak etmelerinden çok memnunuz. Bu yıllar boyunca yaptıklarımız kamuoyu önünde aleni bir şekilde sergilenmiş olsaydı, dünyaya dair planımızı uygulamaya koymamız imkânsız olurdu. Ancak, dünya artık çok daha sofistike ve bir dünya hükümeti kurmaya doğru hazırlanıyor. Entelektüel elit tabakanın ve dünya bankerlerinin ulus-üstü egemenliği, geçmiş yüzyıllarda ulusal düzeyde uygulanan kendi kaderini tayin ilkesinden çok daha tercih edilesi?" [68]
Dolayısıyla, ne mutlu ki David Rockefeller 96.yaşına basmış! Ancak şunu da söylemek gerek; anaakım medya, ağzını sıkı tutma yönündeki taahhüdünü tutmuş olabilir; ama alternatif -yeni- medya sözünü tutmadı. Sizin de söylediğiniz gibi, "Bu yıllar boyunca yaptıklarımız aleni bir şekilde kamuoyu önünde sergilenmiş olsaydı, dünyaya dair planımızı uygulamaya koyamazdık.
Ancak, artık "alenilik ışıkları", sizin dünya planınızın üzerine doğru düşmekte; bu da işinizi zorlaştırıyor. Dünya çok daha sofistike; ama bunun sebebi, dünyanın sizin planınız için "hazır" olması değil; dünyanın bu planı reddetmeye hazırlanması. Her ne kadar ulusal egemenlik sorunlu bir kavram olsa da ve ideal olarak kabul edilmesi güç görünse de, "entelektüel elit kesimin ve dünya bankerlerinin ulus-üstü egemenliği", akla hayale gelebilecek en kötü senaryodur. Dolayısıyla, Sayın Rockefeller, size bir doğum günü hediyem var: Sizin "dünyaya dair planlarınızı" ifşa etmeye devam edeceğim. Dolayısıyla, sizin rüyanız -ve bizim kâbusumuz- hiçbir zaman hakikate dönüşmeyecek. Işık, gereğince parlayacak ve insanlar, önlerinde açılan bu yoldan ilerlemeye hazır olacaklar.Dış ılişkiler Konseyi'nin de üyesi. Wol- fensohn'un babası Hyman'ın patronu, Rothschild bankacılık hanedanlığından James Armand de Rothschild idi; hatta James ismini ondan alır. Babası ona, "kılavuzlarını, dostlarını ve nüfuzlu kişilerle bağlantılarını nasıl yöneteceğini" öğretmişti. [65] Wolfensohn, finans dünyasında hızlı adımlarla yükseldi ve babası gibi o da, 20.yüzyılın hakim konumdaki ailesi Rothschild'ların hizmetinde çalıştı. David Rockefeller'ın doksanıncı doğumgünü vesilesiyle Dış ılişkiler Konseyi'nde konuşma yapan James Wolfensohn şöyle demişti:
"Kendisi bu ülkede benim mesleki yaşantımda en büyük etki doğuran kişidir ve bunu söylemekten son derece mutluyum. Kendisiyle ilk olarak 1957 veya 58'de Harward Business School'da tanışmıştık. 20.yüzyıl başında Rocke- feller ailesi, artık gündemdeki meselelerin sadece ABD açısından bir önem arz etmediğini, daha küresel bir vizyon edinmek gerektiğini fark etti ve Da- vid'in dedesi, Rockefeller Vakfı'nı kurdu. Dolayısıyla, Rockefeller ailesi, son 100 yıl boyunca, özellikle kalkınma meselelerine son derece büyük bir önem atfetti. Hatta küreselleşme sürecinde ve küreselleşmeden kaynaklanan meselelerde onlar kadar nüfuz sahibi başka bir aile yoktu. Hatta, bugün bile birçok açıdan bizden bir adım önde olduklarını da söylemek gerek. David'e de varlığından ve yaptığı katkılardan dolayı müteşekkiriz." [66]
David Rockefeller ise, ailesinden ve dünyayı şekillendirmedeki kişisel rolünden söz ederken, çok daha az alçakgönüllü ve hatta belki de daha dürüst bir görüntü sergiliyor. 2002'de yayımladığı Hatıralar adlı kitabında şöyle yazmıştı: "Bir yüzyıldan uzun süredir, siyasi spektrumun ideolojik açıdan aşırı uçlarında konumlananlar, bizim kamuoyuna yansıyan girişimlerimizi, Amerika'nın siyasi ve ekonomik kurumlarını yönlendirmek istediğimiz şeklinde yorumladılar. Hatta bazıları, ABD'nin çıkarları karşısında gizli bir komplonun parçası olduğumuzu iddia ettiler. Beni ve ailemi "uluslararasıcı" olarak yaftalayıp, dünya çapında çok daha bütünleşik bir siyasi ve ekonomik yapı kurma ?yani tek bir dünya yaratma- hedefimiz olduğunu ileri sürdüler. Eğer bana isnat edilen suç buysa, evet ben suçluyum ve bundan da gurur duyuyorum." [67]
Bu kabul yeterince açıklayıcı değilse, David Rockefeller'ın 1991 yılında Bil- derberg toplantısındaki konuşmasını anımsayalım: "Washington Post, New York Times, Time Magazine ve diğer büyük yayın kuruluşlarının direktörlerinin kırk yıllık sözlerini tutup toplantımıza iştirak etmelerinden çok memnunuz. Bu yıllar boyunca yaptıklarımız kamuoyu önünde aleni bir şekilde sergilenmiş olsaydı, dünyaya dair planımızı uygulamaya koymamız imkansız olurdu. Ancak, dünya artık çok daha sofistike ve bir dünya hükümeti kurmaya doğru hazırlanıyor. Entelektüel elit tabakanın ve dünya bankerlerinin ulus-üstü egemenliği, geçmiş yüzyıllarda ulusal düzeyde uygulanan kendi kaderini tayin ilkesinden çok daha tercih edilesi?" [68]
Dolayısıyla, ne mutlu ki David Rockefeller 96.yaşına basmış! Ancak şunu da söylemek gerek; anaakım medya, ağzını sıkı tutma yönündeki taahhüdünü tutmuş olabilir; ama alternatif -yeni- medya sözünü tutmadı. Sizin de söylediğiniz gibi, "Bu yıllar boyunca yaptıklarımız aleni bir şekilde kamuoyu önünde sergilenmiş olsaydı, dünyaya dair planımızı uygulamaya koyamazdık.
Ancak, artık "alenilik ışıkları", sizin dünya planınızın üzerine doğru düşmekte; bu da işinizi zorlaştırıyor. Dünya çok daha sofistike; ama bunun sebebi, dünyanın sizin planınız için "hazır" olması değil; dünyanın bu planı reddetmeye hazırlanması. Her ne kadar ulusal egemenlik sorunlu bir kavram olsa da ve ideal olarak kabul edilmesi güç görünse de, "entelektüel elit kesimin ve dünya bankerlerinin ulus-üstü egemenliği", akla hayale gelebilecek en kötü senaryodur. Dolayısıyla, Sayın Rockefeller, size bir doğumgünü hediyem var: Sizin "dünyaya dair planlarınızı" ifşa etmeye devam edeceğim. Dolayısıyla, sizin rüyanız -ve bizim kabusumuz- hiçbir zaman hakikate dönüşmeyecek. Işık, gereğince parlayacak ve insanlar, önlerinde açılan bu yoldan ilerlemeye hazır olacaklar.
Dipnotlar ve Kaynak: http://www.globalresearch.ca/index.php?context=va&aid=25302