Küreselleşme kavramı aslında “EVRENSEL İNSANLIĞIN” coğrafi olarak ifadesidir. Vahiy yani İslam, “Evrensel insanlığı” muhatap alır. Bu yönüyle İslam'ın küreselleşmeye karşı olmadığını, hatta temel hedef edindiğini başta belirtelim...
Küreselleşme aslında kaçınılmaz bir olgudur. Zamana paralel akan, fakat giderek artan bir hızla kendisini tamamlamaya çalışan bir süreçtir. Gelinen nokta itibari ile bazı alanlarda tamamlandığını da söylemek yanlış olmaz.
Özellikle ekonomik alanda “çok uluslu” ya da “uluslararası” şirketlerin varlığı; iletişim ve ulaşım teknolojilerinin sınır tanımaz hızlı gelişimi; egemen dünya devlerinin istihbarî ve askerî faaliyetleri; endüstriyel ham madde ve enerji kaynaklarının tüm yeryüzündeki dağılımından kaynaklı transfer çabaları; ve ebetteki başta “dinlerin” ve “beşeri ideolojilerin” tüm dünya insanlığına ulaşmayı misyon ve vizyon edinme çabaları... Tüm bu hususlar küreselleşme olgusunun gönüllü ya da zorunlu inşa aktörleridir. Ve ciddi tetikleyicilerdir.
Fakat tüm bu ekonomik, sosyal, siyasal hatta dinsel paradigmaların kendi pençelerinden ve çerçevelerinden algıladıkları “Küreselleşme olgusu farklıdır. Farklı isimlerle adlandırıldığı için, “taraftarlık” veya “karşıtlık” noktasında yanıltıcı bir karışıklık vardır.
Mesela; İslam “Küreselleşmeyi” “ÜMMET” çerçevesinde ele alır. Sol-Sosyalist paradigma, “ENTERNASYONALİZM” perspektifinden yaklaşır. Liberal ve kapitalist çevreler “GLOBALİZASYON” olarak tanımlar. Hatta Avrupa Irkçı Faşizmi (Hitler-Musollini) paradigması ve zihniyet olarak kendileri ile benzer tutum sergileyen Yahudi siyonizmi küreselleşme karşıtı lokal/yerel yapılar gibi görünseler de, “SEÇKİN IRK'IN” ya da “SEÇKİN KAVM'İN” dünya hakimiyeti şeklinde korkunç ve sakat bir “küreselleşme” yaklaşımları mevcuttur. Küresel ölçekteki Farmason yapılanmalar ve Siyonist teşkilatlanmalar bunun açık göstergeleridir.
Birbirleriyle çatışma ve çekişme halindeki bu belirli kesimlerin birbirlerine karşıtlıkları ve karşı duruşları, kendi ifadelerindeki karşıt küreselleşmeyi “usul” olarak reddediş biçiminde algılanabiliyor. Bu yönüyle bir yanlışa da sürükleyebiliyor.
İşte İslami kesimlerin/Müslümanların bu noktada dikkatli olmaları bir zorunluluktur.
Mesela İslam; Sol-sosyalizmin fıtrat ve inançla çelişen-çatışan kısmına karşıdır. Red eder. Fakat işçi sınıfının, evrensel hak mücadelesine, bırakın karşı olmayı, bizzat destekler. “Çalışanınızın ücretini alın teri kurumadan verin, yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin” diyen bir peygamber ümmetinin işçi sınıfı hak mücadelesine, dolayısıyla bu bağlamdaki bir “Enternasyonalizme” karşıtlığı düşünülemez.
Aynı şekilde İslam; “ahlâki sınırları zedeleyen ve özellikle de Liberalizmin kapitalistleşen kısmına karşıdır. Fakat sermayenin dünya ölçeğindeki meşru hareketine karşı değildir. Hele hele Endonezya, Malezya gibi coğrafyaların Uluslararası çalışan Müslüman tüccarların örnek ticaret ahlâkları sayesinde İslam âlemine dâhil oluşları düşünüldüğünde; İslam'ın bu çerçevedeki bir “Globalizasyonal/Küreselleşme”ye karşı olduğunu söylemek yanlış olur.
Fakat İslam; sınırlar üstü ve uluslar üstü bir küreselleşmeyi ÜMMET çerçevesi içinde ele alır. Maalesef buradaki sorunumuz İslam'ın ortaya koyduğu bu çerçevenin içinin halihazırda tam doldurulamamış olmasıdır. Müslümanların bu çerçevenin içini günün iletişim ve ulaşım koşullarının gerektirdiği şekliyle doldurmaları gerektiği şeklinde bir görevleri önlerinde duruyor. Bazı İslam âlimlerinin özellikle Üstad Bediuzzaman'ın(r.a), ilaveten 1980'lerden sonra Batılı bilim insanlarının “Dünyanın küçük bir köye dönüşmesi” olarak isimlendirdikleri durum, bu gün karşımızda “Küreselleşme” gerçekliği olarak duruyor.
İslam âlemi; etkileri ve sonuçları itibarı ile aslında bu gerçekliğin farkındadır. Fakat hazırlıkları çok yetersizdir. İslam işbirliği Teşkilatı yine 2016 yılının başında ABD Müslüman Organizasyonu Konseyi(USCMO) tarafından Washington'da düzenlenen ve “Washington Beyannamesi” olarak deklare edilen Avrupa ve Amerika kıtasındaki Müslümanları temsil eden Konsey, Darul Takrib Kuruluşu, Müslüman Âlimler birliği gibi siyasi teşkilatların varlığı bu ihtiyacın hissedilmesi açısından olumlu gelişmelerdir. Fakat tarafgir tavırları, lokal/yerel kalma tutum ve bakış açıları ise maalesef İslam'ın Küresellik/Evrensellik Perspektifi olan “ÜMMET” olgusunu sağlayıcı potansiyeli yetersizdir.
Bu yönüyle “KÜRESELLİK” olgusu şimdi İslam'ın dışındaki paradigmaların etkisinde ve elleri ile inşa edilmektedir. O yüzden anların bu konudaki yaklaşımlarına göz atmakta da fayda vardır.
Birleşmiş Milletler Teşkilatı, siyasi alanda bir Küresel teşkilat olarak değerlendirilebilir. Fakat sadece baş daim üyelik, temsiliyetteki adalet tutumunu zedeliyor.
Ekonomik olarak da; Liberal-Kapitalist Paradigmadan, Dünya Bankası Uluslararası Para Fonu(IMF), Ekonomik Kalkınma ve işbirliği örgütü(OECD) Sol-Sosyalist cenahı temsilinde, Uluslararası Çalışma Örgütü(ILO) günümüzde “Küreselleşme Sürecinin” başını çekiyorlar. Bunlardan her birisinin sahadaki uygulamaları ile çelişen, fakat teoride sağlam gerekçelere dayandırdıkları küresellik tanımlamaları mevcuttur.
Kültürel olarak da, mevcut Amerikan Kültürü öngörülüyor ya da dayatılıyor. Buna karşın; dünya halkları ve devletleri ise Küreselleşmeye karşı üç farklı yaklaşım sergilemektedir. Bunlardan birinci kesim; Küreselleşmeye karşı tereddüt gösterdiklerinden dolayı “şüpheciler” olarak isimlendiriliyorlar. İkinci kesim kayıtsız şartsız taraftarlık sunduğundan “Aşırı istekliler” olarak adlandırıyorlar. Üçüncü kesim ise olumlu ve olumsuz taraflarını dengeleyerek destekleme yaklaşımı gösterdiklerinden “Dönüşümcüler” olarak adlandırıyorlar.
Şüpheciler daha çok ulus devlete önem veren milliyetçi muhafazakârlar ile piyasa mekanizmaya karşı çıkan sol kesimlerdir. Milliyetçi-Muhafazakârlar, Ulus Devleti ve kazanımlarını bitireceği endişesi ile küreselleşmeye karşı çıkarlarken, sol kesimler ise; Egemen kapitalist devlet ve ekonomilerin, dünyaya hâkimiyeti gerekçesi üzerinden karşı çıkıyorlar.
Neoliberaller ve Marksist kesimler ise, Küreselleşmeyi karşı konulamaz ve doğal akışını tamamlamakta olan ve olması gereken bir realite olarak gördükleri için “Aşırı istekliler” olarak adlandırılmaktadırlar.
Dönüşümcüler ise; İslami kesimlerin de kendilerini konumlandırabilecekleri, daha çok Akademik çevreler ile Reel-Politik uygulamacıların yer aldığı kesimlerdir. Küreselleşmeyi nimetleri ile külfetleri; fırsatları ve tehditleri, olumlulukları ve olumsuzlukları olan bir akım olarak görürler. Dengelenmesinin gerekliliğine inanırlar.
Bu bağlamda şunu görebilmeliyiz. Küreselleşmeyi ret edip karşı durmak akıntıya karşı kürek çekmek olur. Mantıkî de değildir. Fakat “ÜMMETLEŞME SÜRECİ” olarak değerlendirilip müdahil olunursa, zararlarını ve olumsuzluklarını giderme imkânıyla beraber, İslam ve Müslümanların lehine dengeleme fırsatı da sağlanabilir. Avrupa ve Amerika kıtasındaki Müslümanlar/göçmen kesimler bir yönüyle zorunlu olarak bu sürece dahil olmuşlardır da...