Zaman zaman değişik yerlerde, değişik mekânlarda çok farklı insan grupları ile muhatap oluyoruz.
Haliyle partinin yaklaşımlarına dair sorular soruluyor, bazı eleştiriler getiriliyor.
Peşinen belirteyim:
Yapıcı olmak kaydı ile her türlü eleştiriye açığız.
Daha da ötesi eleştirilmemeyi başarısızlık olarak görenlerdenim.
Bir yerde eleştirinin olması bir faaliyetin, hareketin ve dolayısıyla da bereketin habercisidir.
Bunların birinde partimizin Kürt meselesinin çözümüne dair dile getirdiği anadilde eğitim meselesine yönelik şu iki vecheli bir eleştiri yapıldı:
1-Operasyonlar sürerken bu tür talepleri dile getirmeniz güvenlik güçlerinin terörle mücadelesini sekteye uğratmaz mı?
2-Kürtlerin anadilde eğitim şeklinde bir talebi var mı, varsa oranı nedir?
Terör denilen olgu ile mücadeleyi salt askeri çözümler veya güvenlik endeksli politikalardan ibaret görmenin en büyük yanlışlardan biri olduğunu ısrarla dile getirmeye çalışıyoruz.
Örgütün hem istismar hem sabote ederek palazlandığı halkın masum taleplerinin silahların sesleri arasında kaybolmaması gerektiğini özellikle hatırlatıyoruz.
Hükümetlerin yaptığı ve belki de fark edilmeyen en önemli yanlışlardan biri de şudur:
Örgütle doğrudan; siyasi uzantıları aracılığı ile ise dolaylı görüşmeler yapılırken Kürt halkının kültürel talepleri gündeme geliyor; ancak görüşmeler kesintiye uğrayıp çatışmalı bir süreç başladığında ise bu hakların esamisi okunmuyor.
Bu sorunlu yaklaşım şu iki sakat sonucun ortaya çıkmasına sebebiyet veriyor:
1-Devlet, Kürt halkının tek temsilcisi olarak örgüt ve yandaşlarını görüyor.
2-Allah'ın "vardır" dediği ve hiçbir pazarlığa konu edinilmemesi gereken haklar, pazarlık konusu ediliyor.
Vaka, içe bakan yönü itibarı ile nihai ve kalıcı çözümün sürekli ertelenmesi ve sorunun kangren haline gelmesi; dışa bakan yönü itibarı ile de emperyalist devletlerin istismar ve müdahalesine açık alanların oluşması ile neticeleniyor.
Anadilde eğitim konusunda bir talebin olması ya da olmaması meselesine gelince;
Batı felsefesi ile Aziz İslam düşüncesi arasındaki en temel farklardan biri şudur:
Batıda bir şeyin hak olarak ele alınabilmesi için o konuda talebin olup olmadığına bakılır.
İslamî düşüncede ise haklar mevzusunda Hakk'ın iradesine bakılır.
Hakların kaynağı olan Hakk Teâla(c.c) bir şeyi hak olarak kullarına vermişse, tek bir talep edenin dahi olup olmadığına bakılmaksızın bu hakkın verilmesi ve kanuni olarak teminat altına alınması gerekir.
Sözgelimi mevcut anayasada her vatandaş için "seyahat özgürlüğü" hakkı kanuni olarak teminat altına alınmıştır.
Bu, her vatandaşın sürekli seyahat ettiği veya her an mobil halde olduğu anlamına gelmez.
Bir gün içerisinde seferi olanlarla mukim olanlar arasındaki orana bakıldığında mesele anlaşılmış olacaktır.
Yani siz devlet olarak helal ve meşru olan bir hakkı, talep olup olmadığına bakmaksızın verirsiniz, vatandaşın bu hakkını kullanıp kullanmama hususunu ise vatandaşa bırakırsınız.
Zaman zaman HDP'li milletvekillerin dile getirdikleri ve anayasal teminat altına alınması için kanun teklifi verdikleri "Eşcinsel evlilikler" konusunda ise yine talebin olup olmadığına bakmaksızın reddetmeniz gerekir.
Çünkü bu, bir hak olamaz; zira Hakk Teâla bu yaklaşımı iğrençlik olarak niteleyerek haram kılmıştır.
Özü itibarı ile de sapıkça bir eylem ve fıtrata yönelik bir saldırı girişimidir.
HÜDA PAR'ın özelde bu meseleye, genelde ise bütün meselelere yaklaşım tarzı bu şekildedir.
Bu rahmani bakış, hem sorunların nihai ve kalıcı bir şekilde çözümünü hem de bu mazlum coğrafyamızın içine kadar uzanan emperyalist ellerin ve dillerin kesilmesini sağlayacaktır.