Toplumsal sorunlara bakışta Batı'nın yaygın yaklaşımıyla İslâm'ın yaklaşımı farklıdır. Batı için toplumsal bir sorunun varlığı, sadece o sorunun var olduğuna bir grubun inanması, o grubun sorunun farkında olması ve bu farkındalığını duyurup toplumda kayda değer bir hareketliğe yol açması ile kabul edilir.
Batı için öz itibariyle (kitlesel varlıktan yoksun) toplumsal sorun yoktur. Toplumun “kayda değer” bir kesimi tarafından sahiplenilmeyen bir sorun, sorun değildir.
Bu yaklaşımın kökünde Batı'nın hak anlayışı vardır. Batı, kimi zaman “temel insan hakları”ndan söz etse de Batılı yaklaşımın esasında hakkı isteyen ve bunun için toplumsal bir hareketlilik oluşturan bir kitle varsa hak vardır; aksi halde hak yoktur, gündeme getirilmez, verilmez.
Bu kökte, barbarlık vardır. Barbar için esas olan kendi hâkimiyetidir. Hükmettiği kişiler ancak bu hâkimiyeti kısıtlayacak bir güce sahip iseler onlara bu hâkimiyeti sınırlandıran haklar verilir. Aksi halde onlar için hak söz konusu değildir. Hak, doğrudan güç ile ilişkilidir. Güçsüz olanın hakkı yoktur.
İslâmî yaklaşımda ise toplumsal bir sorunun varlığı, özle ilgilidir. İslâm, insan için haklar özünü ifade eder. Bu öz ihlal edildiğinde o haklara sahip çıkan bir kitle bulunsun ya da bulunmasın bir sorun vardır. Bu sorun tek kişi ile ilgili ise bireysel, birden çok kişiyi ilgilendiriyorsa toplumsaldır.
Kürt sorunu, Batılılaşmanın bir ürünüdür. Sorunla ilgili çözüm girişimlerinin başından bu yana yapılan hata da sorunun Batı'nın toplumsal sorun yaklaşımıyla görülmesidir.
Bu çözüm girişiminde İslâmî yaklaşım ihlal edilerek, sorunun özüne bakılmıyor. Sorun sadece ilgili kitle açısından ele alınıyor. O kitle üzerinden değerlendirme yapılıyor, o kitle üzerinden muhatap belirleniyor ve o kitle üzerinden sorunla ilgili aşamalar ortaya konuyor.
İlahî nizama aykırı bu güç odaklı beşerî yaklaşım, “akıl sahipleri” için oldukça risklidir. Adaletsizdir. Kimsenin lehine değildir.
İlahî nizamda hak, sahip çıkan kitlenin varlığından bağımsız ele alınır. Hak, sahip çıkan kitle bulunsun ya da bulunmasın haktır. Bir hak, özü itibari ile hak ise onu talep eden tek kişi bulunmasa dahi o hak, haktır. Bu, sadece temel haklarda değil, diğer haklarda da geçerlidir. Bir Müslümanın memleketinde zekât talep eden birini bulamayınca zekâtını sırtlayıp kapı kapı dolaşması böyle bir hak anlayışının fiili tezahürüdür. O hakkın sahibi, hakkını almaya gelmezse hak ona götürülür.
İslâm âleminde Batılılaşmanın ilk gününden bu yana İslâm tarihinin hiçbir aşamasında görülmeyen hak ihlalleri söz konusudur. Bu hak ihlalleri, kimi fetretler yaşamışsa da hep toplumsal bir hareketliliğe yol açmıştır. Bu toplumsal hareketlilik, kimi zaman sorunun özünden kaynaklanmış, kimi zaman özün suiistimal edilmesinden. Ama asıl belirleyen daima o öz olmuştur. O öz var olduğu sürece toplumsal dinginliğin, huzurun sağlanması mümkün değildir. Zira İlahî nizam, insan içindir. O nizama yaklaşıldıkça insanın huzuru sağlanır. Ondan uzaklaşıldıkça insan huzursuzlaşır.
İslâm'ın siyasi anlamda güç kaybetmesiyle dünya işlerinin belirleyeni hâline gelen uluslararası güçler, yerel işbirlikçilerini de kullanarak, İslâm dünyasının önemli bir bölümünde olduğu gibi Kürtler arasında da ulusal solu ektiler, oluşturdular ve ona güç verdiler.
İslâm dünyasında ulusal sol, hiçbir zaman içinde oluşturulan halkların çıkarına odaklı işlemedi. Batı'nın çıkarlarını ve bu çıkarların belirlediği politikaları, kendi halkının haklarına, huzuruna daima tercih etti. O çıkar ve politikalara uyum sağlamayı, kendi toplumunun hak ve huzurundan hep daha önemli gördü. Varlığını Batı'nın desteğiyle ilişkilendirdi. Kendisini toplumunun hak ve huzurundan öte, Batı'nın çıkar ve politikaları doğrultusunda organize etti.
Uluslararası güçler, Türkiye ulusal solunun da desteğiyle Türkiye'de Kürtler arasında bir ulusal sol oluşturarak PKK'yi Kürt sorununun merkezine yerleştirdiler. Onu bütün ulusal sol örgütler gibi değerler açısından yüzde yüz ters düştüğü Kürt halkının “siyasi hareketi” diye etiketlediler. Onun ve ona yakın olanların dışında Kürt sorunundan söz edenlerin meşruiyetini tanımadılar. Buna rağmen var olanların, sesini duyurmaya çalışanların “kökünü kazımak” için girişimlerde bulundular.
Çözüm sürecinin bütün girişimlerini etkisizleştiren, yanlışa büründüren ana yanlış, sürecin bu Batılı (batıl) bir yaklaşımla ele alınmasıdır. Bu, sorunun kaynağını sorunun çözümüne dönüştürme gibi bir abesliği içinde barındırmaktadır.
Çözüm sürecinin planlamacı danışmanları, uluslararası güçlerin sorun zihniyetini sorgulamadıkları gibi, o güçlerin ulusal solu Kürtlerin temsilcisi yapma yaklaşımını da sahiplendiler. Kürtler içinde ulusal solun ana akımı olan PKK'yi “Kürtlerin siyasi hareketi” diye tanıtmakta bir sakınca görmediler. Buna karşı çıkanları akılsızlıkla itham ettiler. Kürtler içinde hak odaklı bir siyasi temsil oluşmaması için her tür adımı attılar. “Batılı (dolayısıyla batıl) bir yaklaşım içinde” sorunu son noktaya getirinceye kadar tutumlarında ısrar ettiler.
İslâm dünyasındaki Batı'ya bağımlı ulusal solun klasik yapılarından biri olan PKK, Türkiye'nin Batılılaşmasını sürdürmesini ve çağdaş Batı kampı içinde yer almasını Kürt haklarından her zaman önemli gördü, kendisini buna göre dizayn etti. Dün Batı'yla uyum içinde çözüm sürecine razı olurken bugün Batı'nın Türkiye'deki siyasi yapıdan rahatsız olmasıyla eylemler yürütmektedir.
Türkiye'deki değişimden rahatsız olan güçler, seçim süreçlerinde amaçlarına ulaşamadılar. Ama İslâm dünyasında Mısır'da olduğu gibi “ulusal sol/sağ iktidar” arayışı ile karşılığını bulan o amaç varlığını korumaktadır.
Dün bürokrasi içinde kümelenen bir “sağ grup” kullanılarak Türkiye, bağımsız bir siyaset yürütmekten engelleniyordu. Bugün ulusal sol PKK'nin eylemlerinden yararlanılarak Türkiye yürütmek istediği bağımsız siyasetten Batı'ya bağımlı eski siyasetine itilmektedir.
Durum bu şekilde “idare” edilirken Mısır tipi bir “ulusal sol/sağ iktidar” için, CHP ve PKK arasında bir tür “ilişki onarımı” faaliyeti de devam etmektedir. CHP sözcüleri ve seçimlerde CHP'ye destek veren “sağ grup” PKK'nin eylemlerine sessiz kalıp HDP'yi destekleyen açıklamalar yaparken CHP'nin uç ulusalcı kesimleri bu tutum karşısında susarak ya da çok az tepki göstererek “derin el” politikasının netice vermesi için dolaylı destek oluşturmaktadırlar.
Amerikan Başkan Yardımcısı Biden'in Türkiye'ye gelmesinden sonra ise “bu bütünleşme ile ilgili” yeni bir hareketlilik de yaşanmaktadır. Ak Parti içinde geçmişten beri değişime ve Amerikan politikalarına tavır almaya temkinli yaklaşan bir kesim ve onun sembol ismi HDP'nin güçlendirilmesi yönünde bu politikalarla uyuşan açıklamalar yapıyor. Belki de “ulusal sol/sağ” iktidar arayışında “Biz de varız” dedi.
Bu karmaşık ortamda “Kürt sorunu bitti” yönündeki açıklamalar inandırıcı olmadığı gibi, doğru değildir, yerinde de değildir. Dün PKK'nin siyasi uzantıları “meşru muhatap”tı, bugün değiller; dün Kürt sorunu vardı, bugün yok tutumu, soruna Batılı (batıl) bir yaklaşımın ürünüdür.
Bizde aile, gençlik veya başka bir husus, hangi toplumsal soruna Batılı bir tarzla yaklaşılmışsa o yaklaşım, sorunu sadece büyütmüştür. Aileyi dağıtmış, gençliği günden güne yoldan çıkarmıştır.
Kürt sorunu, özüyle ilgili bazı adımlar atılmışsa da hâlâ hem öz bakımından hem de o sorunu hisseden kitleler açısından varlığını sürdürmektedir. Bu, PKK'nin sorunu değildir. PKK, bu sorunu kullanarak Kürtleri sekülerleştirmeyi, bu sorun üzerinden Batılı sol hayallerine ulaşmayı hedefleyen ulusal sol bir örgüttür. Onun yok sayılmasını Kürt sorunun yok sayılmasına yorumlamak, Batılı bir yaklaşımdır.
Kürt sorununa yönelik bu yaklaşım sorunu bitirmez, aksine büyütme tehlikesini de içinde barındırır; Kürtleri ulusal sol/sağ yapılanmasına iter, ulusal sol/sağ iktidar arayışında olan uluslararası güçlerin elini güçlendirir.