Geçen haftaki yazımızda “Kemalist modernleşmeci paradigma”nın dini ve kültürel hayat üzerindeki etkisi üzerinde durmuştuk.
Bu hafta ise Şemdinli’de meydana gelen esef verici olaylar münasebeti ile sorunun ana kaynağına inmeye çalışacağız.
Hiç kuşku yok ki “Kürt Sorunu” olarak adlandırılan bu mesele de diğer kronik meseleler gibi Kemalistparadigmanın en büyük günahlarından biridir.
21 Anayasası’nın kurnazca lağvedilip 24 Anayasası’nın ilan edilmesinden sonra, Ümmet bilinci ile birbirine bağlı “İmparatorluk Bakiyesi” Müslüman kavimlerden, “Türklük”etnisitesi üst kimliğiyle “yeni bir ulus inşa etme” projesi hızla ve otoriter yöntemlerle uygulama alanına kondu.
Bu, aslında akim kalacağı ve başarısızlıkla sonuçlanacağı kesin olan beyhude bir uğraş, “Ya tutarsa!” mantığından hareketle suyu tersine akıtma çabasından başka bir şey değildi.
Bu proje kapsamında özellikle “Milli Şef”li yıllarda “Şark Islahat Planları”ndan tutun da “Umumi Müfettişlik” uygulamalarına kadar bir dizi tedbir(!) geliştirildi.
Bu tedbirlerden en barbar olanı ise Kürtçe konuşana, konuştuğu her kelime başına para cezasının verilmiş olmasıdır.
Bu şoven ve faşizanca uygulamalar, birçok trajikomik olayın yaşanmasını da beraberinde getirmiştir.
Bunlardan sadece bir tanesini aktarmak istiyorum:
“Hiç Türkçe bilmeyen Kürt bir vatandaş ekmek almak üzere fırına gider. Kürtçe konuşmanın kendisine nelere mal olacağının bilincinde olan bu gariban adam, kendince pratik bir çözüm bulur. Parayı fırıncıya uzatırken çaresizliğin girdabı içerisinde dilinden gayr-ı ihtiyari dökülen şu kelimeler, aslında fazla söze hacet bırakmıyor:
- Ez nanekidıxazımbıTırki… (Ben Türkçe ile bir ekmek istiyorum…)”
Bu, bir devrin zihinsel kodlarını deşifre eden ve bahse konu paradigmanın kendi öz halkına olan düşmanlığını ele veren binlerce dramatik örnekten sadece bir tanesidir.
Kemalist rejimin irtikâp ettiği bu zulüm, ne ilk ne de sondu…
Bediüzzaman Said-i Nursi hazretlerinin Risale-i Nur’da zaman zaman tahattur ettiği “Beşer zulmeder, kaderse adalet eder” hakikatinden hareketle madalyonun diğer tarafını da görmek gerekir.
“Gadabullah”a dokunan bu büyük ve ağır günah sadece ulusalcı, laik Kemalistleri değil; kevni bir ayet olarak Kürtçenin (Göğün ve yerin yaratılışı ile dillerinizin ve renklerinizin değişik oluşu O’nun ayetlerindendir. Rum-22) yasaklanması karşısında yeteri kadar direnç göstermeyen Türkiyeli Müslümanları da kirletti.
Her günahın bir kefareti vardır. Bahse konu bu günahın kefareti ise “kan”mış anlaşılan.
Otuz yıldır oluk oluk akan bu kan, ateşin düştüğü yeri yakmakla kalmıyor; bu gemide yaşayanlar olarak her birimize ayrı ayrı bedeller ödetiyor.
Nasıl mı? Şu ağır bilançoya şöyle bir göz atalım:
1-Cihana hükmetmiş bir ülke, hazin bir şekilde emperyalist ülkelerin oyuncağı haline geldi. Kendi başına bu çorapları ören asıl çıbanbaşı devletlerle, daha doğrusu kendi öz cellatları olan İngiliz ve Amerikalılarla stratejik ortaklıklar kurmak zorunda bırakıldı.(Onur kırıcı bir şekilde 70 milyon nüfuslu bir ülke, insansız hava aracı satın alabilmek için 6 milyon nüfuslu İsrail’in kapısına gidiyor.)
2-Telafisi mümkün olmayan insan kayıpları…(50 bine yakın olduğu ifade ediliyor.)
3-Yüz binlerce insanın köyünü boşaltması ve göç dalgaları…(Göçlerin sebep olduğu sosyal travmalar, şehir yaşamına entegre olamayan aileler ve bunların suça itilen çocukları ki bu husus başlı başına akademik tezlere konu olmayı hak ediyor.)
4-Beş yüz milyar doları bulduğu ifade edilen kaynak israfı… Bu parayla neredeyse bir ülke baştanbaşa imar edilebilir.
5-En hazin olanı ise asırlar boyu beraber kader birliği etmiş İslam Ümmeti’nin kadim azaları iki Müslüman kavim arasında meydana gelen etnik ayrışmalar…
Vesaire vesaire…
Ortaya çıkan bu durumdan, “Bir Türk dünyaya bedeldir” ya da “Ne mutlu Türküm diyene!” narsizmine meftun bir avuç humaka ile her gün Kürt ya da Arap çocuklarına “Türküm, doğruyum…” yalanını söylettikçe faşizan duyguları kabarıp ırkçılığın nirvanasına ulaşan bir grup sufaha dışında herkes ve her kesim rahatsızdır…
O halde ne yapmalı?
Resmi ideoloji bütün kurum ve kuruluşlarıyla derhal ve ivedilikle ilga edilmeli, “Kart Kurt” tan,cartcurttan adam çıkmayacağı ilan edilmeli, devlet bu Müslüman halkın canına, malına, imanına ve bir asra yakın zaman kaybına mal olan uygulamalarından ötürü başta Kürt halkı olmak üzere bu ülkede yaşayan bütün halklardan özür dilemelidir.
Öte taraftan hükümet, çok ağır işleyen yeni anayasa yazım sürecini hızlandırarak ülkede yaşayan bütün halklara İslam uhuvveti ekseninde Allah’ın bir kavme verdiği bütün hakları -PKK’ye endekslemeden ve hele hele pazarlık konusu etmeden-anayasal teminat altına almalıdır. Ayrıca çıkaracağı geniş kapsamlı bir siyasi af ile de bu konudaki iyi niyetini ortaya koymalıdır.
En önemlisi de sorunun müsebbibi kendisi olmadığı için bu çözümleri uygulama noktasında, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamalı ve kendisini hem dünyada hem de ahrette aziz edecek bu hayırlı amelde akreditasyon şartı aramaksızın bütün İslami camialarla eşgüdüm içerisinde olmalıdır.