Osmanlı'da bu ihanet şebekesi, İttihat ve Terakki adıyla (kısaca İT) örgütlenmiştir. İlk icraatları Sultan Abdülhamit'i tahttan indirmek olmuştur. İşte bunların İktidarı ile birlikte Osmanlı Balkan savaşlarında, Trablusgarp savaşında ve son olarak da 1. Dünya savaşında hem Balkanlar hem Kuzey Afrika ve hem de bu gün Batının Ortadoğu dediği coğrafyadaki topraklarını kaybetmiştir.
1.Dünya savaşının tartışmasız galipleri işgal ettikleri geniş coğrafyayı kendi “eyalet valileri” aracılığı ile yönetmek yerine bölge halkının renginden, dilinden işbirlikçi kâhyalar vasıtasıyla yönetmeyi tercih ettiler. Zira tecrübe ile sabit idi ki böyle bir yönetim biçimi hem daha kolay hem de daha ucuza mal oluyordu. İşbirlikçi kâhyalar, efendilerin yapmak istediklerini fazlasıyla yapıyorlardı. Yönetimde kendi valileri olsa, kendi bayraklarını dalgalandırsalar çıkacak isyanları bastırmak kendilerine çok daha pahalıya mal olacaktı.
Mesela Anadolu halkı bir kurtuluş savaşı vermiş yüzbinlerce şehitleri ile ülkelerini düşman işgalinden kurtarmayı başarmışlardı. Ancak maalesef bu hain işbirlikçiler geleneksel darbecilik ve entrikacılıkları ile kurtuluşu sağlayan ekibi yönetimden uzaklaştırmış, çoğunu düzmece mahkemelerle idam etmişlerdi. Anadolu'nun Müslüman halkı âlimleri ve şeyhleri öncülüğünde hilafeti, şeriatı, iffeti, namusu koruma/kurtarma derdinde iken bunlar iktidarı ele geçirir geçirmez hem hilafeti, hem şeriatı hem de namus ve iffeti ortadan kaldırdılar. Öyle ki taşeronu oldukları devletler fiilen işgal etseler bu kadar zalimane davranmazlardı. Nitekim hala bu halklar; bu taşeronların baskısından kurtulabilmek için efendilerinden yardım istemek zorunda kalmaktadırlar.
Galip devletler Osmanlı ülkesini parçalarken işbirlikçilere ulufe dağıtır gibi devlet dağıttılar. Bu devletlere, “galiplerin çiftlikleri” denilebilir. Her bir çiftliğin başına bir kâhya buldular. Kâhyaları özellikle birbirleri ile ihtilaflı olanlardan seçtiler, çiftlik sınırlarını ihtilaflı bıraktılar ki bunlar arasında yardımlaşma birleşme olmasın. Araplarda işbirlikçi enflasyonu olduğundan yaklaşık 22 çiftlik kurdular. Petrol kuyularının başına getirdikleri bu “petrol istasyonu pompacıları” petrolü efendilerine pompalayacak onların verdiği komisyonla da aileleri ile birlikte şatafat içerisinde yaşayacaklardı. Efendilerinin donattığı orduları vasıtası ile ülke kaynakları üzerinde hak iddia eden gerçek hak sahipleri olursa da işkencelerle katledilecek ve cesedi kaybedilecektir.
Hep sorarım öğrencilerime: Neden bu kadar devlet kurulurken Kürtlere bir devlet verilmedi? Aslında küresel emperyalistler bu coğrafya da farklı bir etnisiteden farklı bir devletin kurulmasını çok istiyorlardı. Ancak tüm çabalarına rağmen Kürtlerden bir işbirlikçi hain bulamadılar. Zira Kürtlerin durumu diğerlerinden farklı idi. Kürtler her zaman ki gibi aşiretler şeklinde yaşıyorlardı ve her bir aşiretin beyi mutlaka dini bir kimliğe de sahip idi. Kürt beyleri ya şeyh ya da molla idiler. Mesela, Molla Mahmut Berzenci, Molla Mustafa Barzani, Şeyh Saidi Kurdi gibi. Bunlardan Molla Mahmut Berzenciye böyle bir teklif götürüldüğü ve şiddetle reddedildiği bilinir. Şeyh Said buna razı olsaydı yani isyanını Şeriatı Garrayı Muhammedi için değil de bağımsız bir devlet için yapmış olsaydı İngilizler tarafından desteklenir ve devletini kurardı. Dinine, ümmetine ihanet etmeyen bu İslâm kahramanları maalesef İşbirlikçiler tarafından hain ilan edilip yargılandılar.
Kürtlerin bir devlete sahip olamaması kuşkusuz onların İZZETLİ duruşundan kaynaklanıyordu. Bu Şerefli ecdadımızın bilinçli bir tercihi idi. Tıpkı Hz. Hüseyin'in “zillet bizden uzaktır” deyişi gibi. İzzetlerinin korunması uğruna her türlü katliama maruz kaldılar. Kesintisiz devam eden bir Kerbela süreci yaşıyorlardı. .(DEVAM EDECEK)