Batılılar, işbirlikçilere tahsis edilen çiftlikleri birer bayrakla ayırdı ve müstakil marşı ezberleterek bağımsız olduklarını halklarına yutturmaya çalıştılar. Yutan yuttu, yutmayan bedel ödemeye devam etti. Zira yutmayanlar bu sahte bağımsızlık yerine hakiki bağımsızlık için kurtuluş savaşlarını sürdürmeye devam ediyorlardı.
İşbirlikçiler silah zoruyla hâkimiyetlerini tesis ettikten sonra adına devrim dedikleri maskaralıklarla Anadolu insanının kimliğiyle oynamaya başladılar. Harfleri değiştirerek hafızalarını formatladılar, tarihle bağlarını kopardılar. Yeni “tarih tezleri” yazdılar. Güya Türklerin milattan önceden beri var oldukları İslâmiyet'ten önce de çok üstün marifet ve meziyetlere sahip oldukları yüce bir ırk oldukları zorunlu eğitimle beyinlere kazıldı. “Türk'ün titreyip kendine gelmesi gerektiği, Türk'ün Türk'ten başka dostu olmadığı” gibi paranoyak fikirler beyinlere enjekte edilmek istendi. Bunun arka planındaki amaç, Türk olmayan kavimleri düşman göstermekti. Bu düşmanlıktan korunmanın yolu da kendi kavmini inkâr edip aslında kendisinin de Türk olduğunu itiraf ettirmekti.
Oysa İbn-i Fadlan Seyahatnamesi gibi bağımsız ve tarafsız kaynaklara bakıldığında Türklerin de tıpkı Arapların cahiliye dönemi gibi ilkel bir yaşantı sürdükleri, yıkanmadıkları, tesettürden hayâdan uzak oldukları anlaşılır. Orta Asya'dan yayılan Türklerin sadece Karadeniz'in güneyine göç edenleri İslâm'ı kabul etmek suretiyle varlıklarını sürdürebildiklerini diğerlerinin yok olup gittikleri gerçeğine karşılık “İslâmiyet'i kendilerinin koruduğunu Türkler olmasaymış şimdi İslâmiyet'in olmayacağını” yutturmaya kalktılar. Şimdilerde ulusalcı ırkçı Kürt örgütleri de selefleri olan Türkleri örnek alarak “Kürt tarih tezleri” uydurma peşindedirler.
Kurtuluş savaşı sırasında dindarların (ki önemli kısmı Kürtlerden oluşuyordu) desteği ile Çanakkale'yi geçilmez kılanlar kendi padişahlıklarını kurmak için düşmanlarla işbirliğine girince Ulusçu/ırkçı/faşist politikalar izlediler. Dindarlara ve bilhassa Kürtlere ihanet ettiler. Biraz sonra değineceğim Kürtlere yapılan zulüm ve vahşetlerin benzerlerini sırf dindar oldukları için ırkdaşlarına da yaptılar. Mesela Şapka kanunu çıkmadan önce şapka giyilmesinin caiz olmadığını savunan İskilipli Atıf Hoca'yı idam ettikleri yetmezmiş gibi Şalcı bacı adlı bir kadını da şapka giymediği gerekçesi ile idam ettiler. Menemen bahanesi ile istiklâl mahkemeleri (mezbahaneleri)nden geçirilenlerin kahir ekseriyeti Türklerden oluşuyordu.
Bu yeni rejimin eliyle, kâfirlerle işbirliği ve onların kanunlarını Müslümanlara uygulamayı kabule yanaşmayan Kürtlere karşı soykırım şeklinde katliamlara girişildi. Şeyh Sait'le başlayan kıyamlar işbirlikçiler tarafından en acımasızca bastırılmıştır. Süreç boyunca Kürtleri te'dip, asimile veya ihanete zorlamak için alınan önlemler yeni isyanları doğurdu. Özellikle âlimler ve beyler halklarından kopartılarak batıya göçe zorlandılar. Ağrı isyanlarında Zilan katliamında (Komkujiya Gelé Zilan) resmi kayıtlara göre 15.000 Kürt katledildi ki bunun 5.000 kadarı kadın ve çocuklardan oluşuyordu. Gayri resmi kayıtlardan bunu 47.000 olarak söyleyenler de vardır. En az 200 köy haritadan silinmiştir. Katliamlar halkın bir meydana toplanıp kuşatılarak ordu içerisinde seçilmiş psikopat askerler eliyle taranma şeklinde oluyor, buna itiraz edenler bir arkadaki çemberde yer alan rütbeliler tarafından taranıyordu.(Devam edecek)