Özel Yetkili Mahkemelerin kaldırılması süreci tamamlandı. Samanyolu medyasının emekleri heba oldu. Ne “ülke geriye gidecek” sayıklamaları, ne de “Yakında çıkacağız ve hepsini halledeceğiz” özetindeki ses kaydı işe yaradı.
Oysa o kadar da ısrarla üzerinde durmuşlardı. Herkes Suriye’yi, Zana’yı konuşurken onlar işi gücü bırakıp bu konuyu konuşuyordu. Televizyon programlarından gazete köşelerine, “ÖYM’ler kalkacak; akan sular duracak, çiçekler açmaz olacak” feryatları yükseliyordu. Ama ne yapalım kısmet değilmiş.
Bir teselli olarak bugünlerde yeni bir Ergenekon dalgası gelmese veya birkaç ilde birden bir KCK operasyonu yapılmasa; yaraları daha bir kanayacak. Felaket tellallığı yapmaya devam edecekler. Bazısı da “aslında o kadar da kötü bir şey olmadı. Bu da idare eder” diyecektir, vaziyeti idare için.
Onlara Olimpiyatların bütün lezzetini acılaştıran bu derd-u tasa içindeyken; Kartel medyasında ve yeşilimsi medyada başrol, Leyla Zana idi. Zana ile Erdoğan’ın görüşmesi hayli reyting aldı. Yıllardır PKK-BDP tarafından dile getirilen isteklerin dile getirildiği bir görüşme gerçekleşti. PKK-BDP çevresi görüşmeye dudak büktü, görüşmelerdeki taleplere ise “yan cebi”ni gösterdi.
Aslında ne yeni bir yol vardı, ne yeni bir yöntem. Ancak görüşmeye kendinden kat be kat ağırlığında anlam yüklendi. Yüklendiğinden daha fazla da beklentiler içerisine girildi. Hatırlarsanız benzer beklentileri Kılıçdaroğlu-Erdoğan görüşmesi sırasında da duymuştuk. Ama şimdi ortada bir şey var mı? Sadece tatlı bir hatıra… Kahvelerde “Laf çok, icraat yok.” Diyorlar ya; aynen öyle.
Leyla Zana’nın taleplerinden; Öcalan’a ev hapsi konusu, cazibe merkezi oldu. Cezaevinde yatan binlerce tutuklu-hükümlü üst üste ve sırayla yatmaya devam etsin ama paşa, eve geçsin.
Kendisini kurtarma gayretleri arasında, iddialara göre Öcalan dayılarına şikâyette bulunmuş. “Bu PKK-BDP beni yanlış anlatıyor. Onlarla görüştürmeyin beni” demiş. İnsan bu kadar da nankör olmaz ki kardeşim. Bütün örgüt–parti (hatta yazar-çizer güruhu) bir olmuşlar onu kurtarmaya çalışıyorlar; o kalkmış ne diyor.
Neyse! Öcalan’ın öç almayı bırakmışlığından, Karayılan’ın barış güvercinliğinden, Kılıçdaroğlu’nun kuşandığı kılıçtan sıyrılışından sonra, Leyla Hanım da Kürtlerin “zânâ”sı (bilgesi) oluverdi.
Bu şekerleme yorumlara devam edilirken; halk da Türkçe bilmediği halde bir Tük filmini heyecanla seyreden kişi merakıyla olan biteni seyretmeye devam ediyor.
Sanki Öcalan artık geçmişte klasikleşmiş olan ”otuz bin insanın katili”; Karayılan dağa çıkan veya mecburen askere giden gençlerin ölümünden sorumlu örgütün ikinci adamı; Kılıçdaroğlu Kürlerin sorunlara boğulmasına sebep olan rejimin bekçisi bir partinin lideri ve Zana da “Silah, Kürtlerin sigortasıdır” diyen siyasetçi değil.
İnsanların sadece bugünle değerlendirildiği bir ülkede başka tür bir yorum da yapılamazdı zaten. Ne de olsa “Dün dündür” anlayışında bir “baba”nın vatandaşlarıyız. Demirel bunlara bakınca; “benim yorumcum işini bilir” diyordur.
Kürtler üzerlerine hesaplarda, kanaate göre Zana söyleyeceğini söyledi; top Erdoğan’da. Tıkanan süreci açma, başlayan süreci baltalama, sonra yine tıkanan süreci açma seansları ile top her taca çıktığında yine sahaya alınıyor. Artık Erdoğan topu nereye yuvarlar zamanla göreceğiz. Topun Kürt halkının bizzat kendisi olduğunu vurgulayarak ve halkın değerlerini görmezlikten gelen çarelerden bıkkınlık duyarak…
Ancak; PKK’nın Kürtlerin temsilcisi değil, Kürtlerin PKK’nın rehinesi olduğu kavranınca; sesi son günlerde duyulmayan anayasada ırklara ait her düzenleme kaldırılınca, daha eşitlerin olmadığı eşit kardeşlik hakikati uygulanınca; Kürt Sorunu ve dolayısıyla PKK sorunu çözülecektir.
O zaman BDP’ye kaç buçuk oy gidecek merak ediyorum. Yani adayların dışında…