Güney Kürdistan’daki bağımsızlık referandumundan sonra, bağımsızlık yanlısı Kürtlerin yalnız kalması, ardından İran-Türkiye destekli Irak rejiminin operasyonları ve Talabani ailesinin (en azından bir kısmı) saf değiştirmesiyle Kürdistan Bölgesel Yönetiminin elinde bulunan toprakların beşte biri Irak rejiminin eline geçti.
Kuşkusuz bu gelişmelerde çevre ülkelerin fiili müdahalesinin yanında, başta ABD olmak üzere batılı devletlerin sessiz kalarak, zımnen bu duruma destek vermelerinin de etkisi vardır.
Son gelişmeler de gösterdi ki ABD, Orta Doğu'yu yeniden dizayn etme adına, başta müttefiklerine karşı olmak üzere, büyük operasyonlar gerçekleştireceğinden, Kürtlerin bağımsızlığı ve devletleşmesi gibi, kendi çıkarları için fazla bir değer ifade etmeyen bir meseleyle şimdilik uğraşmak istemedi. Keza diğer batılı ülkeler için de aynı durum söz konusudur. Her şeyleri çıkar üzerine kurulu Batılılar, büyük balık dururken küçük balıkla ilgilenmezler. Dolayısıyla Batılıların ipiyle kuyuya inilemeyeceği, son bağımsızlık referandumuyla bir kez daha ortaya çıkmıştır. Kürtler yine çevre ülkelerin insafına terk edilmiştir. Yakın tarih bu insaf(!)ın Kürtler için neler getirdiğinin örnekleriyle doludur.
Orta Doğu'yu yeniden dizayn etme adımlarından biri, ABD'nin körfez ülkelerine yönelik operasyonlardır. Bu adımlardan ilki Trump’ın, Suudi Arabistan’a yaptığı ziyaretin hemen ardından, Katar'a karşı Suudi önderliğinde Arap emirliklerinin de destek verdiği ambargoyla başlamıştı. Daha sonra Katar’ın ABD’den milyarlarca dolar karşılığında silah almasıyla bu kıskacı gevşetmişti.
Suudi Arabistan’da ise, Yeni Suudi kralı ile veliahdı tarafından, yolsuzluk operasyonu adı altında (aslında ABD’nin talimatları doğrultusunda) kendilerine muhalif bir çok prens ve devlet yöneticisi göz altına alınıp, mallarına el konuldu. Büyük bir borç batağı içinde bulunan ABD'nin başkanı Trump’ın, "Borcumuzu Körfez ülkeleri ödeyecek. Karşı duranı yok ederiz. Onlar bizsiz yoklar." sözleriyle aslında böyle bir operasyonun sinyalini vermişti. Trump, Suudilerin ABD bankalarında ki sattığı petrol parası olan trilyon dolarların üzerine yatması ve 300 milyar dolarlık silah satışı yapması yetmiyor olmalı ki, direk olarak hanedan ailesi ve önemli yetkililerin elindeki mal varlıklarına da göz dikmiştir!
Trump yönetimindeki ABD, artık eskisi gibi işi kitabına uydurmaya gerek duymuyor. Direk olarak mafyavari bir şekilde haraç alma yöntemiyle parayı alıyor ve bunu gizlemeye de gerek duymuyor. Yıllardır petrol paralarını zevk ve sefa için kullanan, bu parayla her türlü rezilliği yapan Arap şeyh ve prensleri, kendi sıradan halkına ise deyim yerindeyse zırnık koklatmıyordu. Ancak son haraç alma operasyonlarıyla büyük korkuya kapılan bu sülükler, mal varlıklarını başka ülkelere kaçırarak, kuyruğu kurtarma telaşına düşmüşlerdir.
Yeni Suudi kralı Salman bin Abdülaziz ile veliaht olan oğlu Muhammed bin Salman’ın, iktidarlarını koruma karşılığında, ABD'nin her istediğini yapacağı konusunda anlaştığı anlaşılıyor. Bu anlaşmanın sadece Suudi Arabistan içi ile sınırlı kalmayacağı, diğer bazı ülkelere de müdahale edileceğini gelişmeler gösteriyor. Terörü finanse ettiği bahanesiyle önce Katar’a operasyon çekildi. Şimdi de Lübnan Başbakanı Hariri istifa ettirildi (Suudi Arabistan’da gözaltında tuttuğu iddiaları da var) Vatandaşlarını Lübnan’ı terk etmeleri için uyaran Suudilerin, İsrail ile anlaştığı ve Lübnan’a yönelik bir saldırı olabileceği konuşuluyor. Mahmut Abbas’ın da Suudi kralı tarafından Suudi Arabistan’a davet edilmesi, yeni Suudi yönetiminin Filistin sorununa da ABD ve İsrail’in istediği istikamette yön vermeye çalıştığı ve bu konuda Mahmud Abbas’a ayar verileceği görülüyor.
Yeni Suudi Kralı ve oğlunun gözü kararttığı ve ABD yönetiminin talimatları ile Orta Doğu'yu daha büyük bir felakete sürükleyeceği konusunda kahin olmaya gerek yoktur.
ABD-Suudi-İsrail troykasının karşısında, İran-Rusya’nın da karşı hamleleri olacaktır elbette. İran, Lübnan’da Hizbullah üzerinden etkin olmaya çalışırken, Irak ve Suriye’de ise Haşdi Şabi ve diğer bazı unsurlarla hakimiyet sağlamaya çalışıyor. ABD ile başta Irak ve Yemen olmak üzere Orta Doğu’da bir hakimiyet mücadelesi içinde olan İran’a karşı Trump’ın, Obama döneminde İran’la yapılan anlaşmayla kaldırılan yaptırımları, yeniden uygulamaya koyacağını açıklaması, gelecek günlerin sıcak geçeceğini gösteriyor.
Rusya’nın eskiden beri sıcak denizlere inme politikası, Suriye olaylarıyla bir ölçüde de olsa gerçekleştiğini söyleyebiliriz. Suriye’de kurduğu askeri üsler ve Akdeniz’de bulundurduğu donanmasıyla Rusya, Orta Doğu siyasetinde önemli bir aktör durumuna gelmiştir.
İngiltere, Almanya ve Fransa gibi Avrupa ülkeleri ise şu anda sessiz görünmekle birlikte Orta Doğu üzerinde (eski güçlerine sahip olmasalar da) yine de hesapları olan başlıca ülkelerdir. Özellikle Orta Doğu’da bir çok sorunun kaynağı olan bugünkü sınırları çizen ve bazı bölge ülkeleri üzerinde etkinlikleri olduğu bilinen İngiltere ve Fransa’nın silah, petrol şirketleri vb. ekonomik çıkarları gereği (ABD paralelinde politikalarını belirleseler de) bölgedeki siyasetin içinde yer alan diğer aktörlerdir.
Hala nerede duracağını bilemeyen ve kesin karar veremeyen Türkiye’nin tavrı da bu konuda önemlidir. İran ve Rusya ile yakınlaşan ve FETÖ ile PYD'ye verdiği destek yüzünden ABD ile zıtlaşan Türkiye, iki arada bir derede kalmıştır deyim yerindeyse! Hem NATO üyesi olması, hem de başta savaş uçakları, silah ve teçhizat olmak üzere savunma ve diğer alanlarda ABD’ye bağımlı olan Türkiye’nin işi kolay değildir. Darbeye verdiği desteği açık olan ABD’ye karşı, İncirlik başta olmak üzere askeri üsler konusunda bir adım at(a)mayan, özellikle de darbeye karışan bir çok subayın, NATO’da görevli olduğu ve aslında bu darbenin bir NATO ve dolayısıyla ABD darbesi olduğu açıkken, ara sıra ABD’ye bağırmakla bu işin böyle götürülemeyeceğini herkes biliyor. Resmi olmasa da fiili olarak Ekonomik bir kıskaca alınan Türkiye’nin önünde zor bir süreç bulunmaktadır.
ABD, Orta Doğu'da görünürde mezhep temelli, gerçekte ise kendi çıkarlarını koruma ve İsrail’in güvenliğini sağlamak için, daha büyük savaşlar çıkartıp, var olan istikrarsızlığı daha da yaymak ve Orta Doğu’da kaosu derinleştirmek istiyor. Özellikle İran ve Suudi Arabistan’ı peykleriyle birlikte birbirine çatıştırıp ortaya çıkan istikrarsızlıktan yararlanarak, daha fazla rant elde etme amacını güden ABD, var olan yıkımların, katliamların üzerine daha büyüklerini eklemekten çekinmeyecektir.
Girift ilişkilerin olduğu, büyük oyunların döndüğü Orta Doğu’da, bazen karşıt olarak görülen güçlerin bazı konularda aynı pozisyonda buluştuklarını görebilirsiniz. Böyle şeytani denklem içerisinde bölge halklarının işi gerçekten de çok zordur. Bütün bu gerçekler karşısında Orta Doğu’nun geleceği pek iç açıcı değildir. Daha büyük katliamlar, yıkımlar ve göçler yolda gözüküyor.
Filler tepişirken yine ayaklar altında ezilecek olan kadın, çocuk, ihtiyar demeden mazlum Müslüman halklar olacaktır.