Ey Kürtler!
Biliyorsunuz ki İslam ile şereflenen ilk kavimlerdensiniz. Daha Hz. Ömer zamanında, Hz. Peygamber (sav)’in nefesinin kuvvetlice hissedildiği, erken bir dönemde Müslüman oldunuz.
O Peygamberi gören talebelerin elleriyle hidayete erdiğinizden, aldığınız İslami eğitim ve terbiye sağlamdı. Onun için yıllarca bu ümmettin aziz bir ferdi oldunuz.
İslam’ın saltanat devirlerindeki halifeleri zamanında devletler kurdunuz. Hatta ve hatta aranızdan çıkardığınız “Şarkın en sevgili” komutanı sayesinde, ümmetin koruyucusu oldunuz.
İslami eğitimin medrese yıllarında, kendi dilinizde eğitim verdiniz/aldınız. Aranızdan Molla Cezeri, Ahmadê Hanî gibi Kürt şiir dilini zirveye taşıyan edipler yetiştirdiniz.
Mevlana Halidi Şehrezorî gibi mutasavvıflar vasıtasıyla; sadece Kürtlere değil, Türk, Fars ve dahi Araplara, bilumum ümmete ışık oldunuz. Halidî geleneği muhafaza eden mutasavvıflar, günümüzde de İslami terbiye işi ile iştigal etmeye devam etmektedirler.
Sonra devran değişti. Uluslar belirmeye, ulus devletler kurulmaya başlandı. Allah’ın belirlediği kavmimizi sevmenin sınırları aşılarak; Arapçılık, Türkçülük şeklinde işi ırkçılık kertesine getirenler oldu.
Oysa siz hala ümmetin ferdi olmakta direniyordunuz. Tam da bu esnada aranızdan iki Said çıktı. Bu Said’lerden biri; Türk-Kürt, herkesin imanının tehlikede olduğunun bilinci ile akideyi kurtarma amaçlı bir eğitim modeli geliştirdi.
Diğer Said ise; imanın elden gidebileceği tehlikesinin çok ciddi boyutlara geldiğini, dolayısıyla yangının her tarafı sarmış olduğundan hareketle, caydırıcı bir yönteme başvurdu.
Halidî geleneğin bu iki Said’i aslında aynı iş üzereydiler. Asıl maksat İslam’dı. Kendi kavimlerinden hareketle herkese ve ümmete fayda sağlamaya çalıştılar.
Evet, belki olmadı. Saidlerden biri sürgünden sürgüne, zindandan zindana duçar edildi. Diğeri Diyarbakır Dağkapı Meydanı’nda 46 arkadaşıyla birlikte idam edildi.
Ey Kürtler!
Biliyorum. Yıllarca kardeşlik hukuku içerisinde yaşadıklarınızdan ulus fikri ile hareket edenler, sizleri Zilan’da, Dersim’de bombalardan geçirdiler. Öldürmediklerini potansiyel tehlike olarak gördüklerinden, Batı illerine sürgün ettiler.
Halidî geleneğinin sonraki talebeleri üzgün, dargın ve kırgın olarak kendilerini dergâhlara kapattılar. Nefsin girdapları ile uğraştılar. İrşadlara çıktıkları oluyordu ama devir değişmişti artık.
Yani demem o ki, uğradığınız bunca ölümlere, işkencelere karşı yeterince ses veremediler. Siz de bu suskunluğun sebebini Aziz İslam’dan bildiniz. Tepki olarak İslam’dan uzaklaşmaya, aziz dinimizi uğradığınız zulümlerin nedeni olarak görmeye başladınız.
Denize düşenin yılana sarılması gibi, Kürtlük adına başkalarına sarıldınız. Fakat olmuyordu. Bunlar sizin tarihinizle, kültürünüzle, kısacası benliğinizle uyuşmuyorlardı. Bir türlü tencere ve kapak birbirine uymuyordu.
Öyle görünüyor ki; sizleri sözde kurtaracak bu kurtarıcılardan kurtulmak için, mücadele etme aşamasına gelmiş bulunuyorsunuz.
Derler ki sağlam bir terbiye, güzel bir eğitim almış çocuk, zaman içerisinde pinpon topu gibi sağa sola savrulsa da, bir süre dönüp dolaştıktan sonra ilk önceki yerine döner.
Pinpon topu gibi etrafa savrulduğunuz oldu. Ama Yüce Kur’an ve Aziz Peygamber’in sünnetinde herkesin hakkı pay edilmiştir. Bütün kavimlere olduğu gibi sizlere de tanınan haklarınızı bu iki kaynak vesilesiyle istemenizin zamanı geldi sanırım. Pinpon topu misali döneceğiniz yere dönün artık. Hak arayacaksanız bu Kitabı düstur ve Hz. Peygamber’in varislerini lider yaparak arayın.
Dün Komünist Moskova’nın sizlere verdiği hiçbir şey olmadığı gibi, bu gün ABD ve İsrail’in sizlere vereceği hiçbir şeyleri yoktur. Verseler dahi kendi çıkarları uğruna öldürülen gençlerinizin bedenleri üzerinden vereceklerinden, bunda bir hayır yoktur.
Hayırlısına dönmekte hayır vardır.