Kürtlerin kendi varoluşsal konum ve gerçekliklerini yok saymayla niteleyebileceğimiz bir durumla karşı karşıya oldukları söylenebilir. İslamî ve Kürdî kimliklerine sahip çıkma enerjisinin pratik bağlamda pasifize olmaya doğru yüz tuttuğu bir dönemden geçmekteyiz.
Kürtler hiç şüphesiz bu vatanın asli unsurlarındandır. Onları yok sayma ve asimile etmeye çalışma beyhude bir çaba olmaktan öte bir anlam ifade etmez.
Günümüzde farklılıkların ulusalcılar tarafından zenginlik olarak ifade edilememesi, bunu kendilerine ideoloji olarak ilke edinmişlerin paradokslarını ortaya koymaktadır. Beri taraftan kendilerinin de diğer etnik unsurlar gibi bir millet olduklarını unutmaları faşist ve aşırı milliyetçi bir tavra sahip oluşlarını göstermektedir. Halbuki tarihimizde başkalarına tahammül etme, başkalarıyla beraber yaşayabilme ve herkese adil davranma gerektiği şeklinde ortak bir akıl hakim olmuştur. Bir devlet politikası olarak kimsenin dili, dini ve makul sınırlar içinde olan kültür şekline müdahale edilmemiştir. Kürtler de barış sürecinden bahsedildiği bu günlerde aynı durumun devamını üzerinde yaşadığı toprakların halkı ve Allah’ın kulları olmaları neticesi olarak beklemektedirler.
Hiçbir milletin kendi belirledikleri yaşamı başkalarına empoze etmeye hakkı yoktur. Ama şu anki paradigmanın ve devlet erkinin her ne kadar iki binli yıllardan önceki ulus devlet anlayışına nazaran iyi bir konumda ise de anadilde eğitimin hala tehlike olarak görülmesine bakarak ideal bir noktaya gelindiği söylenemez. Eğer bugün bazı haklardan bahsediliyorsa muktedirlerin az tonda İslami ve insani mefkûreyi uygulamaya geçirme vesilesi iledir.
Bir siyasi yapı kendi halklarının dillerini özgürce her mekânda konuşabilecek kurumları inşa etmezse insani ve hukuki ölçüler dâhilinde hareket ettiği söylenemez. Bu yapılmadığı zaman meşruiyetini kaybetmeyle karşı karşıya kalacaktır. Böyle bir siyasi yapının içinde yaşayan etnik grupların kimlik ve kültürlerine ait memnuniyetsizlik her zaman ve yerde ortaya çıkacaktır. Eğer Almanya’da yaşayan Türkler için lise ve üniversite açılması isteniyorsa bin yıldan fazladır bu ülkenin halkları için daha fazlasının istenmesi gerekmektedir. Çünkü “kendisi için istediğini başkaları için de istemek” hadisinin gereğini yerine getirmek medeni insanların hedefi olmalıdır.
Said-i Kürdi 1908 yıllarında Kürdistan isimli bir gazetede ana dilde eğitimin önüne geçilmesi durumunda milliyetçilik tohumlarının bu topraklarda yeşereceğini o günde sezdiği söylenebilir. Van, Diyarbakır ve Bitlis’te açılacak Üniversitelerin dillerinin Arapça, Türkçe ve Kürtçe olmasını istemesi bunun için atılmış bir adım olarak düşünmekteyiz.
İslami hassasiyeti olanların bugün insani ve İslami bir hak olan ana dilde eğitime tam anlamıyla katkı sunmaları beklenir. Ne var ki aynı hassasiyeti o dile aidiyetini sunanların da göstermesi gerekmektedir. Kürtler arasında artan sadece Türkçe konuşma arzusu, Türkçeye kendilerini şartlandırmaları ve Türkçe olmadan konuşamayacaklarını vehmetmeleri gibi saiklerle asimileyi kendi elleriyle gerçekleştirdiklerini de göstermektedir. Bu bir yozlaşma, yabancılaşma ve kimlik bunalımıdır.
Kürtlerin kendi kültür ve dillerini korumak ve kendilerini geleceği taşımak gibi bir görevlerinin olduğu söylenebilir. Bunun İslami öğretilerle çelişen ya da Kur’an ve Sünnet bilincinin dışında bir çaba olduğunu söylemek menfi milliyetçilik ile müspet milliyetçiliği hala birbirinden ayıramamak anlamına gelir. Müslüman Kürt âlimlerinin hem İslami hem de insani bir tavırla Kürt sorunsalına ilgisiz kalmaları Kürtleri kurtlar vadisine terk etmek dışında bir şeyle açıklanamaz. Böyle bir lakaytlık Kürtler arasında prestijlerini kaybetmelerine Kürtlerin kendilerine sahip çıkacak fikir ekollerine kapıyı açık tutma gibi olumsuzlukları beraberinde getirecektir. Kürt âlimlerinin Ahmedê Xanê gibi edebi eserler meydana getirmeye, Kürt dilinin günlük hayatta konuşulması bilincini aşılamaya çalışmaları gerekmektedir.