Okulların açılmasıyla birlikte öğrencilerin mutluluğu ve heyecanı bir arada yaşaması unutulmayacak gibiydi. İlk defa okulla tanışan öğrenciler, yeniden okullarına kavuşan öğrenciler Rabb'lerine şükredercesine gözlerinin içi parıl parıl parlıyordu. İlim okuyarak kendilerini okumaya, anlamaya çalışan bu civanlar ilk derslerini ailede ebeveynlerinden alarak yeni bir sürece hazırlık yapıyorlardı.
Sadece ailede okumayan aynı zamanda ahlaki değerleri pratikleştiren bu civanlar okumaya öğrenmeye giderken, başkalarına da bir şeyler öğretme gayretinde olmaları paylaşımcı düşüncelerinin yansımasıydı. Bu psikolojiyle hareket eden öğrenciler, başkalarının dertleriyle dertlenmeyi ödev saymışlardır.
Bu hassasiyetle hareket eden öğrenciler yakınlarında ve uzaklarda yaşanan olaylarda mağdur edilen kardeşlerinin durumlarını izlediklerinde küçücük ciğerleri cız ediyordu. Hiçbir kutsal yer tahrip edilmesin, kutsal yerlere zarar vermek isteyen Ebrehelerin mamutları geri adım atsın, ebabiller onların hakkından gelsin diye dua ediliyordu.
Zaman zaman tertemiz dünyalarında şu sorular akla geliyordu. İnsan tertemiz ve şerefli bir varlık, nasıl kötülük düşünebilir ya da daha öncesinden yaşanan bu tarzda haksızlıklar var mı acaba? Merak ediliyordu. Merak edilen bu örneklerden birini hatırlatalım.
Habeşistan Krallığı'nın Yemen Vâlisi Ebrehe, Hristiyanlığı Arabistan'da yaymak ve Arapları Kâbe ziyaretinden vazgeçirmek için, San'a'da muhteşem bir kilise yaptırmıştı. Fakat Araplardan bu kiliseye ilgi gösteren olmadı. Üstelik Kinâne Kabîlesi'nden bir Arap, bir gece gizlice kilise içine pisledi. Ebrehe bunu bahane ederek büyük bir ordu ile Kâbe'yi yıkmak üzere Mekke üzerine yürüdü. Arapların bu orduya karşı koyabilecek güçleri yoktu. Mekkeliler şehri boşaltarak etraftaki dağlara çekildiler.
Ebrehe, Mekke yakınlarında karargâhını kurdu. Kureyş Kabîlesinin reisi olan Abdülmuttalib'e elçi göndererek, kan dökmek üzere değil, sâdece Kâbe'yi yıkmak için geldiğini bildirdi. Bu esnâda Ebrehe'nin öncü kuvvetleri Mekkelilerin sürülerini yağmalayıp ordugâha götürmüşlerdi. Bunlar arasında Abdülmuttalib'in de yüz devesi vardı. Abdülmuttalib, Ebrehe'ye giderek yağmalanan sürülerin geri verilmesini istedi. Ebrehe: “Ben, Kâbe'yi yıkmamam için ricâya geldiğini sanmıştım. Görüyorum ki sen, develerinin derdindesin, bunu sana yakıştıramadım...” deyince, Abdülmuttalib büyük bir vakarla:
‘Ben, develerin sâhibiyim, onları istiyorum. Kâbe'nin de sâhibi var. O'nu sâhibi koruyacaktır” diye cevap vermişti. Bu cevap karşısında Ebrehe, Abdülmuttalib'in develerini ve Mekkelilerin yağmalanan bütün mallarını geri verdi.
Kur'an-ı Kerîm'de de açıklandığı üzere, Ebrehe amacına ulaşamadı. Kâbe'yi yıkmak üzere hücuma geçileceği sırada, Ebrehe'nin her seferinde berâberinde bulundurduğu Mamut adlı büyük fil ile diğer filler her türlü çabaya rağmen, diz çöküp oldukları yerde kaldılar; Kâbe cihetine yürümediler. Bu esnâda gökyüzünde beliren sürü sürü kuşlar, ağızlarında ve pençelerinde taşıdıkları küçük taşları Kâbe'ye hücuma hazırlanan askerlerin üzerine bıraktılar. Ebrehe'nin büyük ordusu bir anda perişan oldu. Büyük bir kısmı orada telef oldu. Kaçıp kurtulabilen askerlerin bir kısmı ile Ebrehe San'a'ya döndü ise de yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak çok geçmeden öldü. Zulümlerinde ısrar edenlerin sonu hep hüsranla bitmiştir.
Selam ve dua ile...