Yakın tarih araştırmacılarının birçoğunun üzerinde ittifak ettikleri husus şudur: Laik ve Kemalist Türkiye Cumhuriyeti iki kesimi ciddi anlamda mağdur etmiş hatta yok saymıştır.
Evleviyetle, Laisizm ve Kemalizm üzerinden yeni bir din ihdas eden Cumhuriyet, bu memlekette yaşayan bütün mütedeyyin kesimleri bu yeni dine entegre etmeye çalışmış, buna karşı çıkanları da çıkardığı Takrir-i Sükun Kanunu ve kurduğu İstiklal Mahkemeleri ile darağaçlarında sallandırmıştır.
İkinci olarak ise, “Türklük” üst kimliği ile yeni bir ulus inşa etmeye kalkışmış ve bunun tabii sonucu olarak da Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan, imparatorluk bakiyesi diğer kavimlere mensup insanlara “Hepiniz Türksünüz!” demiştir.
Dolayısıyla Kürtler, hem dindar hem de “Kürt” oldukları için iki kez cezalandırılmıştır.
O günlerden bugüne, Kemalist Cumhuriyet rejimine karşı çok sayıda kıyam ve kalkışma hareketleri gerçekleşmiş ve bunların tamamı jakoben ve ceberrut yöntemlerle bastırılmıştır. Yani Kurtuluş Savaşı veren halk, kendi idarecileri tarafından katliamlara maruz bırakılmıştır.
Şeyh Said Efendi’nin kıyamı ve Dersim olayları bu konularda tebarüz etmiş sadece iki örnektir.
Kim ne derse desin Ak Parti, rejimin gadrine uğramış bu dindar kesimlerin sorunlarını çözme saikiyle meydan-ı siyasete girmiştir. Bu mağduriyetleri çağrıştıran söylem ve argümanlar üzerinden de bu kesimlerden çok ciddi destek görmüştür.
On yılı aşkın bir süredir iktidarda olan Ak Parti, zaman zaman bahse konu kesimlerin bazı taleplerine lokal düzeyde cevap verse de son tahlilde, “Stockholm Sendromu”(Celladına Aşık Olma) ile açıklanabilecek bir aşamaya evirilmiştir.
Bir yıl önce laikliğin İslam’a aykırı olmadığını, başta Mısır olmak üzere halkı Müslüman olan diğer Arap ülkelerine, laikliği benimsemeleri gerektiğini yüksek perdeden dile getiren Başbakan, son olarak “Türkiye Cumhuriyeti”ni sahiplenmiş gözükmektedir.
Hem de Ak Parti’nin sağladığı maddi refah yükselmesinden pay kapan ve iktidarın yanlışlarını tolere etme hususunda haddinden fazla cömert davranan kesimlerin, “Kemalist Cumhuriyet değil canım, Cumhurbaşkanımızın da göbek adı olan ‘Cumhur’dan bahsediyor.” tarzı tevillerine ihtiyaç bırakmayacak bir sarahatte…
Bakın aynen aktarıyorum: Ak Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ‘’Böylesine büyük bedeller karşılığında vatan yaptığımız bu ülke, bu topraklar üzerinde kurduğumuz son devlet Türkiye Cumhuriyeti bizim namusumuzdur, onurumuzdur, haysiyetimizdir’’ dedi.
Kürtlerin sorunlarını çözme saikiyle meydanda olan BDP zihniyeti mümessillerinin de Kemalizm ve laisizmle hiçbir problemlerinin olmadığını hatta bunları sahiplendiklerini biliyoruz. Zaman zaman Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bu yönleri üzerinden göz kırpıp kendileri olmasa, “Kürt Haması”nın güçleneceği ikazını çektiklerini de…
Laik ve Kemalist Cumhuriyet’in, adeta köklerini kazımaya çalıştığı bu her iki kesimin temsilcilerinin(!), Cumhuriyet resepsiyonunda birlikte arz-ı endam edip Cumhuriyet’i kutsadıklarını görünce, açlık grevindeki mahkûmlara, dağdaki kurbanlara(asker ya da PKK’li), köyü boşaltılmış ya da kepenkleri zorla kapattırılmış mağdurlara, bu işten direkt ya da dolaylı olarak etkilenen ve bu işin bir an önce çözülmesini bekleyen yığınlara acıdım…
Devlet olmanın gereğini, “alan hakimiyeti”ni kaptırmama adına orantısız güç gösterisi kullanma; Kürt özgürlük mücadelesini ise, “Öcalan’ın kutsanması” üzerine bina edenler, refah ve huzurunu istediklerini iddia ettikleri halkların çocuklarını bu kutsal(!) amaçlara kurban etmekten geri durmamaktadırlar.
Bu kafa yapısı çözüm adına çözümsüzlüğü, akan kanı durdurma adına da daha çok kan dökülmesini netice verecektir maalesef…
Popülist ya da politik bir dil kullanmadan, hiçbir kavramın arkasına sığınmadan, “Hakların kaynağı Hakk’tır. O kime ne hak vermiş ise pazarlıksız, minnetsiz ve başa kakmadan hakkı verilmelidir. Bu hakları kısıtlamak, hele hele ‘Şeytana uymak’la özdeş hale getirmek, zulüm irtikâp etmektir. “Hakk”ın yani “Şari-i Mutlak”ın hak olarak vermediği bir hususu (Eşcinsel evlilikleri talep etmek gibi) hak olarak görmek de bir haksızlık ve zulümdür.” diyecek birileri çıkmalıdır artık.
Evet, ulvi gayeler uğruna bedel ödemeye alışkın, ahireti önceleyen ve “Kral Çıplak” diyebilecek birileri…