Her insan, dünya hayatında herhangi bir mesleği veya herhangi bir vazifeyi hayatın esası olarak kabul eder. Bu hayat esaslarına göre başardıkları veya başarmadıklarıyla sevinir veya üzülür. Hayatın esasına, fıtrata uymayan fikir ve hareketlerle yola çıkanlar toplumsal sorun çıkarmaya zemin hazırlamaktadırlar. Fakat hayat esaslarına “ilahi fıtratı” oturtanlar hem kendisine hem de toplumsal mutabakata sebebiyet verir.
Şu bir gerçek ki dünyanın tek kutuplu olması insan fıtratına da içtimai hayat realitelerine de aykırıdır. Böylesi bir yanlışta kim ısrar ederse etsin sonu hüsran olmaya mahkûmdur. Zira fıtrat, fıtri olmayan her şeyi ret eder. Fıtratın ret ettiği şeyin hayatta kalması imkânsızdır. Bu aynen bir insanın havasız, susuz, ekmeksiz yaşamayı sürdürebileceğini iddia etmesi gibi imkânsız bir isteğe benzer. İnsanların, kabile kabile, aşiret aşiret, millet millet, ırk ırk yaratılması ilahi takdirin beyan ettiği bir fıtrat kanunudur ve bu kanunu değiştirmek hiçbir beşeri olgunun, hiçbir beşeri sistemin iktidarı dâhilinde değildir.
Bu memlekette 1923'te bir sistem kuruldu. Yüz yıla yakın bir zamanda geriye dönüp baktığımızda bu sistem hep sorun üretti. Millete huzur, refah ve birlik getireceğine sorun yumağını oluşturdu. Çünkü bu sistem “Laiklik” ve “Kavmiyetçilik” üzerine bina edilmişti. Laiklik üzerinden din düşmanlığı yapılırken, kavmiyetçilik üzerinden bütün halklara “Türkçülük” gömleğini giydirmeye çalıştılar. Bu da sorunu daha da artırdı. Çünkü fıtrata aykırıydı. Oysa bu halkları bir orman içerisindeki farklı ağaçlara benzetmek gerekir. Orman içerisinde gürgeni de var çamı da, kestanesi de var elması da…
Eğer siz bu ağaçlar içerisinden herhangi birini kabul edip diğerlerini yok sayarsanız, hem haksızlık etmiş olursunuz hem de sorun çıkarmaya zemin hazırlamış olursunuz… İşte tam bu noktada ilahi misyonun insanlara yüklediği “fıtri olan” herkesimdeki birlik, beraberlik ve kardeşliğe ihtiyaç vardır. Bu fıtri vizyon, bugün aramıza örülen sınırların anlamsızlaştırılmasını hedefliyor. Adeta aramıza cetvelle çizilen bu sınırları bu halklar istemedi. Arzuları değildi. Bu sınırları aramıza koyanlar İngiliz ve Fransız'lardır. Bütün bu coğrafyada yaşayan Türkler, Kürtler, Araplar ve bütün etnik unsurların ortak paydada yaşayabilecek fikir dünyasındaki fıtrata ihtiyaçları vardır. Bu fikir dünyasını oluşturan ana öğe ise ilahi misyonun tüm insanlara biçmiş olduğu roldür. Bugün aramıza örülen coğrafi ve etnik sınırların anlamsızlaştırılması için ilahi fıtrat noktasına gelmek gerekir.
Böylesi bir “zihni birlikteliğin” oluşması ise teori-pratik dengesini yakalayabilmiş bir pozitif sistemin, bir üst aşamada ise bir insani uygarlığın hayata geçirilmesiyle mümkündür. Medeniyet bütün insanlığın ortak malı, ortak paydasıdır. Onu oluşturan kültür adacıkları sayısızdır. Bu sayısız kültür adacıklarını yok saymak ya da yok etmeye çalışmak, hem anlamsızdır, hem yanlıştır, hem de insanlık adına, medeniyet adına işlenmiş tahribi büyük bir suçtur.
Bizi birbirimize kırdırmak isteyenlere karşı en güçlü silahımız, en korunaklı kalemiz İslam'ın bize ve bütün insanlığa ön gördüğü kardeşlik ve eşit haklar ilkesidir. Bu kardeşliği ise en hızlı şekilde sağlayabilecek devletler ve milletler çapında bir noktaya taşımak ancak lider bir kaç ülke ile olabilir. Anlam dünyasına “laiklik” ve “kavmiyetçiliği” değil, ilahi esasları yükleyen devlet liderleri bu işe öncülük edebilir…