Gündem çok hızlı değişiyor ve alanı dolduran taassubun oluşturduğu sisli havadan dolayı akl-ı selim yorumlara rastlamak zorlaşıyor.
Dünyanın bir kısmı İran-Amerika çekişmesine kilitlenmişken ve ciddi ciddi büyük bir savaş ihtimalinden söz ediliyorken, Libya’da büyüme ihtimali olan bir savaşın ayak sesleri gelmeye başladı.
Olayları alevlendiren gelişme Nisan ayında BAE ve Suudi desteğindeki Hafter güçlerinin Rus paralı askerleri de yanına alarak Tarblus’u ele geçirme operasyonu yapmasıyla yaşandı. Kısa süre içerisinde Trablus sınırlarından içeri giren Hafter güçleri Türkiye ve Katar’ın lojistik desteğini alan hükümetin “Burkan el gadap” adını verdiği karşı saldırı ile püskürtüldü.
Türkiye’nin uzun bir süredir Libya’da BM’nin meşru hükümet olarak kabul ettiği UMH’ye destek verdiği biliniyordu. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da son yaptığı açıklamalarda ‘MİT’in Libya’da önemli işler yaptığını’ ifade etti. Ancak asıl hamle Mısır, Yunanistan, Kıbrıs Rum kesimi ve Siyonist rejim arasında Akdeniz’de yapılan anlaşmalarla Türkiye’nin sıkıştırılmasıydı. Buna karşılık kimsenin beklemediği bir hamle ile Türkiye ve Libya arasında, ‘Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası’ imzalandı. Bu anlaşma ile Türkiye Akdeniz’de önemli kazanımlar elde etti.
Türkiye’nin Libya’da Trablus hükümetiyle yaptığı anlaşmanın devamlılığı UMH hükümetinin ayakta kalmasına bağlı.
Bundan dolayı anlaşmaya karşı olan koalisyon, Hafter’e olan desteğini açıkça göstermeye başladı. Buna karşılık da Türkiye, Trablus hükümetini korumak için Libya’ya asker gönderme kararı aldı ve bunu TBMM onayladı. TSK, Libya’ya çıktı.
Peki bundan sonra ne olacak?
Amerika, Hafter’in yanında Putin’in özel birlikleri yer aldığı için pek fazla müdahil olmak istemiyor. İngiltere çekimser, İtalya Akdeniz’de çok rol verilmediği için küskün durumda. Fransa, BM’nin tanıdığı meşru hükümet ortadayken açıkça Hafter’e destek veremezken, BAE, Mısır ve Suudi’nin Yemen’de nasıl bir performans gösterdikleri ortada.
Bir de bölgenin durumu var.
Sudan’dan Hafter’in yanına gidenlerin Darfur’da ismi kirli cinayetlere bulaşmış olan Cancevid milisleri olduğu söyleniyor ki, Sudan hükümeti onlardan kurtulduğu için memnun. Sudan’da kalırlarsa Ömer el Beşir ile beraber yargılanmaları ve gerginliklere neden olmaları ihtimal dahilindeydi.
Cezayir’de halkın büyük bir kısmı hem Hafter hem de Sisi’ye karşı bir nefretle dolu. Bunda tarihi problemler kadar Hafter’in Cezayir’i hedef alacağını söylemesi de etkili oldu. Yeni seçilen cumhurbaşkanı Tebbun’un açıkça UMH’ye destek verdiğini belirtmesi önemli.
Tunus da bu konuda Mısır-Suudi-BAE bloğuna yakın durmuyor. Cumhurbaşkanı Kays Said’in Siyonist rejim karşıtı açıklamaları zaten biliniyordu. Erdoğan’ın Libya ile yapılan anlaşmadan hemen sonra Tunus’a gitmesi stratejik açıdan oldukça önemliydi.
CHP’nin Libya hamlesine yönelik eleştirilerinde özellikle “İhvan” vurgusu yapması, Türkiye’nin seküler düşüncedeki Hafter’e destek vermesinin gerektiğini vurgulaması da üzerinde durulmayı gerektiriyor.
Hafter’e destek verenlerin Çad ve Mali’nin çapulcuları ile katliamcı Cancevid milisleri olduğunu; ama bunlarla birlikte Suudi’nin desteklediği tekfirci Medhalilerin de alanda savaştığını belirtelim. Buna karşılık UMH’de İhvan’ın ciddi bir gücünün olduğu kesin.
Tunus’ta Nahda’nın birinci parti olduğu ve hükümeti kurmakla görevlendirildiği biliniyor. Fas’ta İhvan’a yakın Adalet ve Kalkınma Partisi öncülüğünde bir hükümet mevcut. Türkiye’nin Somali ve Çad’da yatırımları ve varlığı söz konusu.
Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda Suud-BAE parasına güvenen Hafter ve Mısır’ın işinin zor olduğunu, UMH’nin TSK kontrolünde başarılı olabileceğini söyleyebiliriz. Ama çatışma sürecinde Türkiye gibi diğer devletlerin de olaya müdahil olma durumu söz konusu olursa ateş tüm bölgeye yayılır. Başka topraklarda çatışmalara dahil olanlar ateşi kendi evlerinde gördüklerinde bu kadar rahat uyuyamazlar.
Umuyor ve diliyoruz ki, İslam dünyasındaki bu kaos yerini akl-ı selime bıraksın ve kaynaklar coğrafyamızın tahribatı için değil de halkların refahı için harcansın.