Virüs gündemi azaldıkça farklı konuları konuşuyoruz. Son günlerde Libya’daki gelişmeleri takip ediyoruz. Kendime soruyorum; devletler Libya meselesine uluslararası hukuk ve insani bakış açısı ile mi yaklaşıyor yoksa petrol endeksli mi bakıyor? Yine kendi kendime cevaplıyorum; bana göre ikinci şık daha isabetlidir. Her ne kadar petrol konusu yerine farklı argümanlarla sahada boy gösterilse de asıl mesele bu alana hâkimiyet meselesidir. Zira Afrika’nın en büyük ham petrol sahalarına sahip olan Libya, küresel petrol piyasası için kritik öneme sahip bir ülkedir. 1969-1970 yıllarında günlük petrol üretimini 3 milyon varilin üzerine çıkarmış olan Libya’nın 2011 Ağustos’taki iç savaştan hemen önceki günlük petrol üretimi 1,6 milyon varil civarındaydı. Daha da önemlisi bu petrolün en büyük alıcılarını ABD ve Çin gibi ülkeler oluşturuyordu. Bunlara ilave olarak İspanya, İtalya, Birleşik Krallık, Yunanistan, Avustralya, Hollanda ve hatta Malezya bile Libya’nın müşterileri arasındaydı. Bugün Libya’daki tarafların saf belirlemesi tamamen bu zengin petrol yataklarıdır. Bu muslukları kendisine akıtacak olan kişileri veya tarafları destekleme hamleleri.
Aynı şekilde Libya’nın cazibesini artıran unsur sahalarının ve petrollerinin kalitesinden gelmektedir. Üretim maliyeti düşük olan, kütle hacmi ve kalite oranı bakımından da rağbet gören Libya petrolleri pek çok küresel petrol şirketinin bu ülkeyle yakından ilgilenmesine neden olmaktadır. Biraz önce bahsettiğimiz müşteri listesine paralel şekilde Libya’da arama ve üretim ruhsatı sahibi olan ülkeler ve şirketler de dikkat çekicidir. İtalyan ENI, Rus Gazprom, ABD’li ConocoPhillips, Avusturyalı OMV, Kanadalı Suncor, İspanyol Repsol, Norveçli Statoil gibi şirketler Libya’daki sahalarda operasyon yapan ve aktif olan sadece birkaçıdır. Bu şirketler listesinde Türkiye’nin devlet şirketi TPAO da yer alıyor.
Türkiye’nin her ne kadar Libya konusunda insani diplomasi boyutu vurgulansa da aslında Libya ile geçmişten gelen bir petrol ticareti de söz konusudur. Bunu ıskalamamak gerekir. Yakın zamanda ciddi petrol ilişkileri olan Türkiye’nin bu havuzdan uzaklaşması sağlandı. Özellikle sözde Arap Baharı sonrası döneme baktığımızda Türkiye’nin Libya’dan ve petrollerinden kademeli olarak uzaklaştırıldığını da görüyoruz. Örneğin Ocak 2019-Mayıs 2020 döneminde Türkiye’nin toplam ithalatında Libya’nın payı ise sadece %3’tür. Oysa bu rakam geçmişte %20’lere kadar çıkmıştı. Türkiye için çok ciddi taşıma maliyeti avantajı olan bir ülkeden bu denli az yararlanıyor olması hesabına gelmiyor. Özellikle Hafter’in etkinliği bu kapıyı tamamıyla kapatmıştı.
Sonuç olarak; Türkiye’nin Libya’da olma sebebi sahadaki farklı nedenlerden söz edilebilir fakat krizi oluşturan “Akdeniz” sorunu tamamıyla petrol üzerine gelişen bir hamleydi. Bu da rakiplerinin izlediği politika gibi eninde sonunda petrol ticaretini hedefleyen bir sonuç doğuruyor.