Beyrut limanında yaşanan büyük patlama dikkatleri yeniden Akdeniz kıyısındaki bu ilginç ülkeye çekti.
Uzun zamandır devam eden ekonomik kriz protestoları sistem tartışmaları ile beraber yürüyor.
Libya ve Yemen’de sahnelenen oyun şimdi de Lübnan’da gösterime sokulmaya çalışılıyor. Uzun yıllara yayılacak bir iç savaş, çözülmesi imkânsız hale gelecek yeni sorunlar ve vekalet savaşları…
Aslında Lübnan, iç savaşa, yıkıma ve kaosa pek de yabancı değil. 1975-1990 arası iç savaşta 200 binden fazla insanın öldüğü tahmin ediliyor. Bir milyona yakın insanın ülkeyi terk ettiği süreç, 1990’da sona erdi ve etnik, dini ve mezhebi esas alan bir meclis oluşturuldu.
Siyonist rejim ve Suriye sık sık müdahale etti ve uzun süreli işgaller söz konusu oldu.
“Arap Baharı” sürecinde diktatörler devrilirken, Lübnan nispeten kendini rahat hissediyordu.
Özellikle Libya ve Yemen’de diktatörlerin devrilmesi sonrası yaşanan kaos ortamının aktörlerini göz önünde bulundurduğumuzda Lübnan’ın “geç kalmış bir kaosa” sürüklendiğini söyleyebiliriz.
Hizbullah’ın askeri gücünün yanı sıra siyasi olarak da Lübnan siyasetini dizayn edecek noktaya gelmesi işgal rejimi kadar Suudi ve BAE’yi de rahatsız etti. Bundan birkaç yıl önce sızdırılan istihbarat belgelerinde Suudi Kralı Abdullah’ın “israil’den Hizbullah’a saldırması” talebinde bulunduğu gerçeği ortaya çıkmıştı.
Suudi-BAE bloğunun Mısır ve Libya’da nasıl bir politika izledikleri ve diktatörlerden sonra “devrimlerin yoldan çıkması” için nasıl bir çaba harcadıkları biliniyor. Ama Lübnan’da Hizbullah’ın karşısına koyacak bir askeri güç bulamadıkları için bütün ümitlerini Siyonist rejime bağlamış durumdalar. Uzun süre kurulamayan hükümetler, gidip gelen istifalar, ciddi bir devletin, ciddi bir denetimin olmayışı kaos için işaret fişeklerini bulma konusunda kimseyi zor durumda bırakmadı. Tüm grupların güç ve siyasi kazanımı öncelemeleri yolsuzlukların devasa boyutlara ulaşmasına ve beraberinde halkın bir kesiminde ciddi bir sıkıntı ve sefaletin yaşanmasına neden oldu. Maalesef gözleri kör eden iktidar ve güç savaşında halkın büyük kesiminin kaygı ve dertleri görmezden gelindi.
Fransa’nın “buranın sahibi benim pozları”nın ve Fransa’nın adamı olan Cumhurbaşkanı Mişel Avn’ın Macron karşısındaki zilletinin, Lübnan halkını rahatsız etmesi gerekirdi ve etti. Bununla birlikte Amerika’nın, devrimlerin rayını değiştirme amaçlı olarak yaptığı sahiplenme açıklamalarının Lübnan’a da yansıması, yolsuzluklar karşısındaki meşru protesto gösterilerini karalamaya ya da görmezden gelmeye neden olmamalıdır.
Lübnan’da 90 yıl önce esas alınan nüfusa göre bir siyasi sistem oluşturulmuştur ve bu sistemin yozlaşmayı, yolsuzluğu, başka ülke ve güçlerin müdahalesini beraberinde getirdiği artık net olarak biliniyor. Sistemin ya tümüyle değişmesi ya da revize edilmesi Lübnan halkının yaşadığı sıkıntı ve fakirliğin sona ermesi için son derece önemlidir.
70’li yıllarda Beyrut için “Ortadoğu’nun Paris’i” diyenler ve günümüzde o dönemi övenler iyi niyetli değildir. Avrupa ve Arap dünyasının zenginleri için kumar ve fuhuş merkezi olan Beyrut bir tür “serbest bölge” görevi görüyordu.
Şimdi de o eski görüntüyü isteyenler var elbette; ama eskiye dönüş tam olarak söz konusu değil.
Beyrut liman patlaması birçok şeyin sorgulanmasını da beraberinde getirdi.
Evet, sistem değişmeli; ama kan, kaos ve yıkım pahasına değil.
Lübnan, tarihi geçmişi ve jeopolitik konumu itibariyle son derece önemli bir yerdir. Farklı din ve mezheplerin beraber yaşayabildiği bir yer olmayı tüm kötü niyetlere ve engellemelere rağmen başarmak zorundadır.