Ekonominin dara düştüğü zamanlarda gözlerin çevrildiği yerlerden birisi de bankalar oluyor. Piyasaya çeşitli vesilelerle finansman pompalanarak kritik eşik aşılmak hedeflense de, kimi zaman bankalar üzerinden tam tersi uygulamalar da hedeflenebiliyor. Hatta bankalar duruma göre ekonomik gidişatı daha da zorlaştıracak operasyon üslerine de dönüştürülebiliyor.
Türkiye’de şu an özel bankalar üzerine yetkili mercilerin kimi eleştiri ve ithamları biraz da bununla ilgili. Virüs tehdidinin yol açtığı ekonomik daralmayı aşmak için hükümetin bankalardan kimi istekleri oldu. Özel bankalar yanaşmayınca bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ellerini taşın altına koymamakla suçlandılar. Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak ise bankaları “Para stokçuluğu” yapmakla suçlayarak, onları maske stokçuluğu yapan fırsatçılara benzetti.
Ana konumuz Lübnan ve virüs önlemleri kapsamında ara verilen protestoların yeniden başlaması. Virüs tehdidi yüzünden ara verilen protestoların temel sebebi, ülkede siyasi istikrarsızlığın da etkisiyle yaşanan ekonomik kriz idi. Son protesto dalgasının yeniden başlamasının arkasında ise bu kez bankalar var. Üstelik halkın mevduatlarından oluşan paraları yurt dışına kaçırmaya çalışmakla suçlanan özel bankaların yanı sıra bizzat merkez bankasının aldığı yeni uygulama kararları, halkın ikinci dalga protestolara yeniden başlamasına yol açtı.
Ekonomik kriz yüzünden geçen Ekim ayında başlayan protestolar, hükümet değişikliğini beraberinde getirmişti. Yeni oluşan hükümet ise henüz krize çare bulmuş değil. Ekonomik krizi aşma programı kapsamında merkez bankası yönetimini değiştirme girişiminin bizzat Amerikan tehdidiyle karşılık bulması, belki de krizin perde arkasını ele veren en önemli ipuçları arasında yerini aldı.
Nitekim merkez bankası müdür yardımcısı, iç siyasi dengelerin de baskısıyla yeniden atandı ve atama ABD Hazine Bakanlığı’nın memnuniyet ve destek açıklamasıyla karşılık buldu. Müdür değişikliği isteği ise Beyrut büyükelçisinin bizzat başbakanla görüşüp tehdit etmesiyle karşılık buldu.
Merkez bankası Lübnan’da şu sıralar krizi derinleştirip insanları tahrik etmede özel bankaların da önüne geçmiş durumda. Özellikle hükümetten bağımsız olarak benimsediği yeni kur politikası, salgına rağmen ikinci protesto dalgasının başlıca gerekçesi haline geldi.
Lübnan, finans akışının hızlı olduğu bir ülkedir. Ülke dışında yaşayanların gönderdikleri para, Lübnan piyasası açısından önemlidir. Ancak merkez bankası, döviz cinsinden gelen paranın yerel para birimine çevrilerek ödenmesi, kur tutarının da oluşturulan kurul tarafından belirlenen tutar üzerinden gerçekleştirilmesini zorunlu kılan bir karar aldı. Bunun amacı her ne kadar yerel para biriminin değerinin yükseltilmesi olarak açıklansa da, kur tutarının serbest piyasadaki fiyatların neredeyse yarısı oranında belirlenmesi, merkez bankası eliyle halka atılan bir “Devlet kazığı” olarak belirdi. Kur politikasıyla halkın bankadan çekeceği döviz cinsinden parası anında yarı yarıya düşürülmüş oluyor. Tek kazançlı çıkanlar ise bankalar oluyor. Bu uygulama, “Virüsten ölmesek de açlıktan ölürüz” sloganına dönüştü ve en çok banka şubelerinin hedef alındığı ikinci protesto dalgasına yol açtı.
Yeni kurulan hükümet bu badireleri ne ölçüde aşabilir bilinmez. Lübnan’ın asıl sıkıntısı ise iç siyasetteki güç dağılımının önemli kıldığı siyasi konumudur. İsrail denen terör şebekesiyle ortak sınıra sahip olması ve israil için barındırdığı en ciddi tehdit üssü olması, Lübnan’ı istikrarsızlığa mahkum edilmesi gereken birincil hedef haline getiriyor. Ekonomik istikrarsızlık ise siyasi istikrarsızlığa kapı aralayan en elverişli enstrüman olarak işlev görüyor.