Kan ve gözyaşının hâkim olduğu bir dünyada bir Ramazan ayını daha idrak ediyoruz.
Bombalar patlamaya, şehirler tahrip olmaya devam ediyor.
Tarihimiz, kültürümüz yağmalanıyor, kardeşliğimiz ölüyor, muhacir olarak çıktığımız yolda ensarı küfür memleketlerinde arıyoruz.
Cesetlerimizle doluyor sahiller.
Batının yamyamları “din değiştirme” seanslarıyla ruhumuzu bozmaya, göğümüzü biraz daha karartmaya çalışıyorlar.
Kimse yalnızlığımız ve çaresizliğimize derman olmaya yanaşmazken, birileri çocuklarımızın cesetleri üzerinden pirim yapıyor.
Irkımızı insanlığın, mezhebimizi İslam'ın yerine koyuyor ve bazen vahşette sırtlanları bile kıskandıracak vahşetlere imza atabiliyoruz.
Ama yine de “Müslümanım!” diyoruz.
Yani Allah ve Resulüne teslim olduğumuzu iddia ediyoruz.
“Mü'minim” diyoruz; ama kimse bizden emin değil, emniyette değil.
Dini de insanlığı da kendimize has kılmış, her şeyi sadece kendi penceremizden görür olmuşuz.
Sebepleri bir tarafa bırakmış sonuçlar üzerinde hükümler bina etmeye, dünya görüşleri oluşturmaya gayret ediyoruz.
İbadetlerin ruhunu kaybettik ve ne gariptir ki, elimizdeki şekli bozulmuş, anlamı kaybolmuş fiillere sahip olduğumuz için övünüyoruz.
Oruç da öyle bir ibadet aslında...
Bakın ne diyor Rabbimiz:
“Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki sakınırsınız.” (Bakara/183)
Öncekilere de sonrakilere de ilahi emir ve farz olarak oruç tutmak…
Sakınmak için, korunmak için oruç tutmak…
Peki, nerede kaldı Allah için sakınmak, Allah için çabalamak?
Peygamber aleyhissalatu vesselam şöyle buyurur:
“Oruç perdedir. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa “ben oruçluyum!'' desin”
Temel ahlaki ilkelerdir bunlar.
Bırakın kötü söz sarf etmeyi, çocukları bombalamayı, evleri yıkıp harabeye çevirmeyi normal karşılar olmuşuz.
Kötülüğü bizatihi kötülüğün kendisine göre değil de kötülüğü yapana göre sınıflandırma yoluna gitmişiz.
Yıpranmışız, yıpratmışız, savrulmuşuz, dökülmüşüz.
Dirilmeye, nefs ve şeytana karşı direnmeye ihtiyacımız var.
Allah'ım!
“Bizi dosdoğru olan yola ilet!”
Amin.
AYRILIK ACISI
Bir kitapta kendimizden bir şeyler bulduğumuzda bazen buruk da olsa seviniriz.
Sıkıntı, dert ve çaresizlikler karşısında geçmişe döner, hüzünleniriz; ama yine de derin bir nefes ile şükür sözcükleri dökülür dilimizden.
“Ayrılık Acısı” kırdı bu yargımızı.
Bir kitaptan biraz fazla gibi. Biraz fazla gerçek…
Sayfalar çok şey anlatır.
Bir dönemin acıları bir bulut kümesi gibi sarar göğünü.
Sıkıntılar karşısında dik duruşun, fedakârlığın güzel bir örneği yansır satır aralarında.
Ama yüreğin orta yerine oturan ve kalkmak bilmeyen bir acı yerleşir.
Saatler geçer, günler geçer, uzaklaşmaz o acı, durur bir yerlerde ve arada bir kendini hissettirir.
Derin iç çekişleriyle toparlamak istersin yüreğini; ama güç yetiremezsin.
Ellerin yana düşer ve yeniden ve yeniden sığınma ihtiyacı hissedersin.
Hasbunallahi we ni'me'l wekil, ni'mel mewla we ni'me'n nesiyr.