İç ve dış gündemin yoğunluğu ve sıcaklığı aklımızı başımızdan alacak neredeyse. Gündem o kadar sıcak ki siyaset ile kalkıp siyaset ile oturmaya başladık. Gündüz iş yerinde siyaset, akşam evde siyaset. Başımızı haber bültenlerinden, son dakika gelişmelerinden, siyasi analizlerden kaldıramaz olduk.
Top yekûn toplum olarak siyasete ve gelişmelere bu kadar ilgili olmak, bu kadar angaje olmak doğru mu, değil mi? Ciddi ciddi bunu da sorgulamak gerekir aslında. Her geçen gün, medyanın yaşantımızdaki belirleyiciliği, etkinliği ve yönlendiriciliği daha da artmaktadır.
Bunun çok ciddi risklerinin de olduğunu görmek gerekir. Her şeyden önce toplumu, özellikle de yeni nesli küresel güç odaklarının operasyonel yaklaşımlarına karşı savunmasız, eli kolu bağlı hale getirdiğini acı acı tecrübe ettik. Algı operasyonlarının artık çok rahat hale gelmesinin nedeni de budur.
Objektifleri biraz farklı yönlere çevirelim:
İnsanoğlu sosyal bir varlıktır. Etkileşimde bulunduğu her şeyden etkilenir. Bu gün en fazla medya ile, özellikle de en rahat ağ olması itibarıyla da sosyal medya ile etkileşim halinde olduğumuz için, tam anlamıyla medyanın esiri bir millet halini aldık maalesef.
Hayat sunileşti. İkinci, üçüncü, hatta dördüncü önem sırasındaki meseleler, en önemli sorun seviyesine çıkarılıyor. Bunların tamamının operasyon olduğunu unutmamak gerekir.
Son yıllarda, toplum olarak öz değerlerimizden bu kadar hızlı bir şekilde kopmamızın nedeni de bu medya esaretidir. Devamlı zihinsel olarak meşgul ediliyoruz. Hayatın sadece bir cihetine ilgili hale getiriliyoruz. Ya da hangi alana ilgi duymamız isteniyorsa ona yönlendiriliyoruz. Böylece asıl meseleler, mühim hususlar objektiflerden uzak kalıyor ve asıl operasyonu da bu noktalardan yiyoruz maalesef.
Bu gün hedefte bizim geleceğimiz var. Yeni neslimiz, çocuklarımız var. Yangın, asıl onları sarmış durumdadır. Ancak objektifler bir türlü o tarafı görmüyor.
Yaşanılmayan bir İslam, Üstad'ın tabiriyle lûbbün terk edilerek kışr ile yetinildiği, aslında İslam ile bir alakası olmayan bir davasızlık, bir cihadsızlık, bir menzilsizlik bize dayatılıyor. Ama savaş ile değil, soft yöntemlerle, kendi elimizle bize dayatılıyor.
Günümüz gençliğinin adı Müslüman, kafası ise liberal, tek ideali zevkler deryasında müreffeh bir hayat. Buna varmak için de her yolu, her şeyi meşru gören makyavelist, pragmatist, aslında batıcı bir nesil; yetişti maalesef. Şekil bu değil; ama. Zahirde bir dava, bir menzil söylemi var. Sıkıntı olan da bu.
İmkânlar, bolluklar, makamlar, ünvanlar… mahalleye hiç yaramadı. Yumuşak bir devrim mi diyeceksiniz, ‘ılımlı islam' mı diyeceksiniz bilmiyoruz. Bildiğimiz bir husus var. O da
Hızla dönüştüğümüz ve vahiy ikliminden her gün biraz daha uzaklaştığımızdır.
Bizi tedirgin eden asıl husus; ‘bağışıklıktır'. Yani; insan bedeni ile cemiyetin, toplumun, hatta davanın bedeninin aslında aynı özellikte olmasıdır. Bu gidişat böyle sürerse korkumuz, bu halin kanıksanması, bedenin/toplumun bağışıklık kazanması, böylece üzerimizdeki büyük projelerin başarılı olmasıdır Allah muhafaza.
Geleceğimizi ve bizi bekleyen tehlikeleri bilmek, maruz tutulduğumuz sürecin nerelere varacağını öngörmek durumundayız. İyi yolda olmadığımız aşikar. Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağının, her şeyin değişeceğinin dillendirildiği bir dönemde, objektiflerden uzak tutulan geleceğimize ve değerlerimize dair bu tehlikelere koruyucu önlemler almak için seferber olmamız gerekir.