Irak, coğrafyamızın en çok acılar yaşamakta olan yerlerin başında geliyor. Geçmiş uzak tarihte yaşanmış dramları bir tarafa bırakalım. Son otuz yıldan beri bu ülkede yaşanmış olanlar başka hiçbir ülkede yaşanmamıştır. Irak’ta akan kan, dünyanın diğer tüm sorunlu yerlerinde dökülmüş kanlardan çok daha fazla olmuştur. İkinci dünya savaşından sonra Irak seviyesinde yıkım yaşamış başka bir ülke yoktur. Halen devam eden bu acıların yakın bir gelecekte son bulacağına dair iyimser olmamızı gerektirecek olumlu bir tablonun da henüz oluşmadığını belirtmek gerekir.
Önce 1980’de başlayıp ve tam sekiz yıl süren İran-Irak savaşını hatırlayalım. Saddam Hüseyin, ABD ve işbirlikçilerinin desteğiyle İslam Devrimine karşı sekiz yıl savaştırıldı. Savaşta bir milyon müslüman hayatını kaybetti. Ekonomik kaynaklar tükenme noktasına geldi. Savaş bittikten sonra, borçlarını ödemek için Kuveyt petrolüne göz diken Saddam, bu ülkeyi işgal edince olanlar oldu. Sekiz yıl boyunca İslam Cumhuriyetine karşı sırtı sıvazlanan canavarın ipinin çekilmesine karar verildi.
Birinci körfez savaşı(1991) sonrasında Irak’a uygulanan ekonomik yaptırımlar Irak ve halkına büyük acılar yaşattı. Peşinden, ABD işgali (2003) geldi. Amerika ve müttefikleri Irak’ta 2 milyona yakın Müslüman öldürdüler. Beş milyon çocuk yetim, 1 milyon kadın da dul kaldı. Amaç, İsrail’in güvenliğini tehlikeye sokan her gücü ortadan kaldırmaktı. İsrail için potansiyel bir güç olan Irak ordusu dağıtıldı, devlet bütün kurumlarıyla ortadan kaldırıldı. Irak’ın maddi manevi serveti yağmalandı. Kadim bir medeniyete sahip bu ülke ve müslüman halkı her türlü onur kırıcı muamelelere maruz bırakıldı. Amerikalılar, Ebu Gureyb ve benzeri merkezlerde akla hayale gelmedik insanlık dışı işkenceler icra ettiler.
ABD müdahalesi sonrasında Irak filen üç parçaya bölündü: Şiiler, Kürtler ve Sünni Araplar. Amerika bölgedeki siyasetini etnik ve mezhebi kamplaştırma üzerine kurmuş durumda. Bölgede parçalayıp küçülttüğü yapıların zayıf kalmasını ve bu şekilde kendisine olan bağımlılıklarının devam etmesini sağlayan bir politika sürdürüyor.
ABD işgali ile birlikte devrilen Saddam yönetimi de Irak’ta akan kanı durduramadı. İşgale karşı başlayan direniş durmadan sürdü. Göstermelik seçimlerle iş başına getirilen Nuri Maliki hiçbir başarı sağlayamadı. Mezhebi politikaları ile ünlenen bu isim, totaliter uygulamalarıyla iç savaşı daha da körüklüyor. Aslında Irak’ta bir devletten söz etmek oldukça zor. Muhalif silahlı gurupların kontrolünde olan yerler var. Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD), Bağdat’ın kuzeyinden ta Suriye sınırına kadar olan yerde devlet ilan etmiş. Enbar bölgesinde Malikinin aşiret güçleri üzerine gerçekleştirdiği saldırılar haftalardan beri sürüyor. Ramadi ve Felluce kuşatılmış durumda. Suriye’de yaşanan durumun bir benzeri burada da yaşanıyor. Malikinin denetimindeki ordu ve emniyet güçleri her tarafta terör estiriyor.
Federal Kürdistan Bölgesiyle anlaşmazlık giderek büyüyor. Zaman zaman Mesut Barzani’nin bağımsızlık ilan etme yönünde sarf ettiği sözler, Erbil-Bağdat arasındaki ilişkilerin çok gergin ve kopma noktasına yakın olduğunu gösteriyor. Bölgesel Kürdistan Yönetimi’nin Türkiye üzerinden petrol satma girişimine Nuri Maliki şiddetle karşı çıkıyor.
Kısacası Irak’ta devlet demek Maliki demektir. Ordu, emniyet, yargı, savunma dahil her şeye o kumanda ediyor. Amerika ve İran tarafından desteklenen maliki yönetimi Irak’ı da bir Suriye haline getireceğe benziyor.Muhalif silahlı guruplar ile devlet güçlerinin gerçekleştirdikleri şiddet olaylarında ortalama ayda bin kişinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor. Önceki yıllar ABD işgalinin bitmesi için yapılan saldırılar şimdi iktidar mücadelesi için yapılıyor.
Bölgede aşırı Şii ve İran taraftarı guruplar ile Selefi silahlı guruplar arasında yaygınlaşan çatışmalar durdurulmalıdır. Müslümanın müslümanı katletme faciasına son verilmelidir. İran, Türkiye ve Suudi yöneticilerinin Müslüman kanına stratejik ülke çıkarları açısından bakmayı bir kenara bırakarak, giderek büyüyen bu mezhep fitnesi ateşini söndürme yönünde acil adımlar atmaları gerekir. Akan Müslüman kanının durdurulması için çaba gösteren her kes takdir toplayacak, dua alacaktır. Aksi durumda mazlumların arşı inleten feryatları zalimleri de, onlara seyirci duranları da yakacaktır. Mazlumların hamisinin Allah olduğunu ve onun azabının pek şiddetli olduğunu unutmamak gerekir.