“Mâni oluyor halimi takrire hicabım
Üzme yetişir, üzme, firakınla harabım
Mahv oldu sükûnum, beni terk eyledi habım
Üzme yetişir, üzme firakınla harabım.”
Yaşı biraz ortalamanın üstünde olan her kişi bu sözlere aşinadır. Çünkü hâldir, mânâdır. Şayet söze hâlinizi şekva etmeye hicap ettiğinizden dolayı sükût ediyor iseniz, içinizde fırtınalar kopuyordur. Lakin ne dinlemeye ve anlamaya muhatabınız vardır, ne de sitem ve sitayiş size şiardır. Mânâ ehli iseniz çekilen sıkıntılara karşı tahammülsüzlük ardır.
Ya dava ehli iseniz durum nedir? Dava eden, dava edilen ya da her meseleyi yerli yersiz davanın selameti için mubah gören maslahatçılardan olmamanız işten bile değildir. En çok vaveylayı koparmak davaya hizmet için en münasip yoldur. Davanız ister fındıkkabuğunu doldursun, ister ise yerkürenin kabuğunun her santimetre karesine şamil olsun, her haliyle ilahi değil, beşeridir. Hülasa aslı çamurdur. Kabil'in davası varken, Habil'in mânâsı vardı. Şeytan huzurdan kovulurken güttüğü davanın yahut yaptığı batıl kıyasın ceremesini ödemişti.
Dava ehli davası ile büyüktür. Mânâ ehli için dava sadece taşımak ile mükellef olunan yüktür. Dava ehli kibir timsalidir. Mânâ ehli kibrit emsalidir ve bilir ki kibrit ateşin kendisi değildir. Dava ehli sloganları azık edinip nara atarken, mânâ ehli nâr'a atılır da yandım demeyi ar sayar. Nâr ile hemhal oluşu kâr saymak dahi hadsizliktir mânâ ehline. Kâr ile meşgalesi ya da gailesi yoktur zira.
Mânâ ehli halis niyet sahibidir. O, mütevekkildir.
Her daim ümitli ve şevklidir, fedakârdır, züht sahibidir. Zühtü olmak müftü olmaktan yeğdir mânâ ehline. O, Peygamberimizin, “Müslümanları derdini dert edinmeyen onlardan değildir.” buyruğunu kendisine en önemli bir düstur edinmiştir. Mânâ ehli kimse diğergamdır.
En mühimi; mânâ ehli ittihada, ittifaka ve cemaate ihtiyaç duyar, aczini ve fakrını bilir.
Dava adamı, nefsini davasına yedeklemiş, bugünkü literatüre göre ifadesini modern mantığa göre eğitmiştir. Hatta maddi ve manevi, iç ve dış, gizli ve açık tüm düşmanlarına karşı en kuvvetli silahıdır, bükülmez ve yenilmez ifadesi.
Dava adamı iktisat prensiplerine uymaya fevkalâde ehemmiyet verir. En mühim, en kıymetli ve de kısıtlı varlığının ‘davası olduğunu bilir; bu bilgi her anına, her hayaline, her fiiline sirayet etmiştir. Konu dava ise gerisi teferruattır. Kuvvete boyun eğmek, gücün yanında durmak, gelenin keyfi için, geçmişe sövmek davanın selameti için en büyük davadır.
“Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem; Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem. Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam; Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam. Doğduğumdan beridir âşıkım istiklâle, Bana hiç tasmalık etmiş değil altın lâle! Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boynum! Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim, Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim! Adam aldırma da geç git, diyemem aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım! Zalimin hasmıyım amma severim mazlumu. İrticâın şu sizin lehçede ma'nâsı bu mu? “
Merhum Akif'in dizelerinde ki sual mânâ ehlini bağlar. Post-Modern düzlemde irtica bizzat dava adamları eli ile elden giderken, mânâ ehlinin aksine, dava ehli her ideolojiye iltica ile maruftur. O yüzden marufu emretmek, münkeri nehyetmek her iki cenahın ayırıcı özelliği olduğu ıskalanmamalıdır.
Sözün özü mânâ ehli insaniyet mektebinin, dava ehli ise beşeriyet mektebinin talebesidir. Kuluna mânâ veren Allah iken, davayı anlamlandırmak için yapılacak her tevil, her yorum Promethe'ye gökten ateş çaldırıp her türlü mukaddesi yakıp yıkmak adına davacı olduklarımızdır.
Kelâma ilham beri'si olan mânâ ehline baki muhabbetlerimle…