Diyanet İşleri Başkanı, 17 Aralık’tan beri yoğunluğu devam eden gündem ve tarafları ile ilgili de olsa güzel söylüyor ve diyor ki; “Elbette hırsızlık kötü bir şeydir. Ancak milletin maneviyatını çalmak çok daha kötü bir şeydir.”
Sayın Görmez, alışık olduğumuz diğer Diyanet reislerinden farklı ve cesur üslubuyla statükoyu g(G)örmez olduğunu gösterdi.
Ama asıl hırsızdan bahsedilmezse, bu söz sadece birileri ile sınırlı kalır. Tarihten bugüne, sömürü tekniklerinde sürekli çağ atlayan küresel hırsızları herkes bilir, konuşur, yazar, ancak bu memleketin, özellikle manevi hırsızlarından kimse bahsetmez. Kastettiğim, sadece toplanan zekât paralarının istismarı da değildir.
Aynı dinin mensubu olduğu halde, birbirlerini tahkir edenlerin, aralarındaki kardeşlik çalınmıştır. Aynı safta, beraber aynı kıbleye yöneldiği kardeşlerini terörle yaftalayanların aralarındaki ülfet, ünsiyet ve sohbet çalınmıştır. Müminler hakkında, kâfir, münafık ve fasıkların getirdiği haberleri ayet gibi kesin görüp aynel yakin derecesinde iman edenlerin hüsn-ü zannı çalınmıştır.
İslam ümmetinin son yüzyıllarda zalime karşı izzeti çalınıyor, birbirine olan merhamet ve muhabbeti çalınıyor, küçük yaşlardan itibaren nesillerin iffeti ve gayreti çalınıyor. Bu memleketin ise, doksan yıl önce öyle bir hazinesi çalındı ki, halk yığınları imamesi kopmuş tesbih taneleri gibi savrulup durmaya devam ediyor.
Evet, bu coğrafyanın kırık dökük de olsa işleyen bir şeriatı vardı, maalesef yabancıların yetiştirdiği yerli hırsızlarca çalındı. Eve, sokağa, okula, adliyeye, askeriyeye, çarşı pazara, kardeşe, akrabaya, yakın uzak komşuya, vahyi fısıldayan, güven telkin eden şer’i nizamı çaldıktan sonra, bu ülkeyi azgın dalgalarda yönünü yitirmiş gemiye çevirdiler.
Hem şeriatı çalmakla sadece hilafeti çalmış olmadılar, aynı zamanda yollarını kapattılar milletin. Toplumun ab-ı hayatı olan medreseleri de arakladılar. Öyle ki çöllerde susuz kalan milyonlar, gördükleri serapların peşinde ellerinden alınan vahyin susuzluğu ile ömür tükettiler.
Bunlar, korkarak değil korkutarak gasp ettiler, yağmaladılar. Adeta girdiği evin içini boşalttıktan sonra kapıları da kitleyip dışarda beklediler, kaçıp gitmediler. Çünkü onların çalacakları daha çok şey vardı. Doğan çocukların itaati, saygı ve hürmeti çalınmalıydı, ahlakı, edebi, hilmi, şecaati, azmi ve şevki çalınmalıydı. Kur’an ve Sünnete bağlılıkları, cami ve mescitlere gidişleri çalınmalıydı. Okuma, tefekkür etme, bir araya gelip müzakere etme, dost ve ahbabını Allah için ziyaret etme gibi alışkanlıkları çalınmalıydı. Farklı düşünce ve meşreplerle ittifakları, ittihatları, vahdet ve muavenetleri çalınmalıydı.
O yüzden ezanımızın hırsızları, bu evin içinden sokağından hiç ayrılmadılar. Verirken Hu dediğimiz nefeslerimizi çaldılar. Nice âlim ve önderlerimizi çaldılar ve mesela Şehid Şeyh Said ve Üstad Bediüzzaman gibi âlimlerin naaşlarını bile götürdüler.
Bugün de abilerimizi, kardeşlerimizi bizden çalıp zindanlarına kapatmakla yetinmediler, camilerinde verdiğimiz derslerimizi ve o derslerle kimliğini yeniden yeşertecek olan çocuklarımızı, gençlerimizi çaldılar.
Adına iman ve cihad dediğimiz vaktimizi çaldılar. Aynı binanın duvarında sıra sıra dizilip kenetlenecekken tuğlalarımızı, harcımızı çaldılar. Kaynatılmış kurşun gibi birbirimizde kaybolacakken içinde eriyeceğimiz potamızı ve ısımızı çaldılar.
Hırsızlar bu memlekete de gece karanlığında girdiler. Öyle zifiri karanlıktı ki, savaşlardan, kıtlık ve sefaletlerden göz gözü görmüyordu. İşte tam o amansız vakitte demokrasi ve çağdaşlık maskesi ile girdiler ocaklara. Elde avuçta; sabır, tevekkül, şükür, kanaat, rıza, fedakârlık, cihad, davet, zikir, fikir ve iman adına ne varsa doldurup kaçırdılar.
Madde çalınırsa yerine illa ki konacak bir şey bulunur. Ancak mana çalınmışsa onu tekrar yerine getirmek bir varlığa vücut vermek kadar zordur ki, bunun için vücudunu, enerjisini, ömrünü, Allah’a verecek adanmış yiğitlere ihtiyaç var.
Elhamdülillah bugün o yiğitler maneviyat hırsızlarından çok daha hızlı hareket ediyorlar. Dolayısıyla artık iyice yaşlanmış olan hırsızlar, çalmaya gelince ferasetin, basiretin, cehdin, aşkın ve sa’yin sağlam kalesiyle karşılaşıyorlar.