Geçen hafta başlığın birinci kısmını oluşturan hususu bu haftaya bırakmıştık.
Soma’da meydana gelen musibeti ise haliyle hesap edememiştik.
Elbette Allah’ın hesabı bütün hesapların üstündedir.
Zira emir O’nundur, güç O’nun; izzet, celal ve kemal O’nun…
“Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. (Ey Peygamber!) sabredenleri müjdele!
Onlar(sabredenler), kendilerine bir musibet geldiği zaman, ‘Kuşkusuz biz Allah’tan geldik ve O’na döneceğiz’ derler.
İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet onlar içindir. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” (Bakara,155-156-157)
Evet… İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.
Her taraflarından mustaz’afiyet kokan, vefat etmiş Somalı madenci kardeşlerimize Cenâb-ı Hak’tan rahmet, yaralılara acil şifa ve ailelerine de sabr-ı cemil niyaz ediyorum.
Sonuçlanan bir şey, kuşkusuz kaderdir ve irade-i külliyeye taalluk eder.
Bu sonuca sebebiyet veren ihmallerin varlığı ise cüz’î irade ile alakalıdır ve mes’uliyet taşır.
Takdir-i İlahi bu mes’uliyeti elbette ortadan kaldırmaz.
“Rabbimiz! Taşıyamayacağımız bir yükü bize yükleme!” duası ile bu mevzuyu şimdilik sonlandıralım.
Geçtiğimiz hafta Manisa’da Muradiye Camii’nin içinde dolaşırken bir şey dikkatimi çekti:
Caminin ‘cümle kapısı’ olarak tabir olunan giriş kapısının sağında ve solunda kenarları oymalı, pencereye benzeyen oyuklar vardı.
Bunların ne olduğunu kime sorayım derken, caminin İmam-Hatibi olduğunu sonradan öğrendiğim bir beyefendi, karşısındaki dört-beş kişilik bir gruba tam da burayı tanıtıyordu.
Bunlara “İsar” ya da benim anladığım kadarıyla “İsar Kutusu” deniyormuş.
O zamanın bu camide namaz kılan zenginleri, namaz biter bitmez hemen çıkar; fakirler ise bir müddet beklermiş.
Zenginler cami çıkışı bu pencereciklere para bırakırlar, ardından da fakirler buradan ihtiyaçları kadar alırlarmış.
Bu eylem mütemadiyen devam ettiği için de para hiç eksik olmazmış.
Hakikaten İslam Medeniyeti adına “Ne kadar övünülse yeridir” dedirtecek bir sâlih amel veya güzel bir Îsar hasleti.
“Hocam peki şimdiki durumumuz nedir?” diye sordum.
Hemen arkasında üzerinde “Bağış Kutusu” yazan çelik kasayı gösterdi.
“Ne ola ki Hocam?” dedim.
“Bu kaçıncı keredir hırsızlar tarafından boşaltılıyor. Ne yapacağımızı şaşırdık?” dedi.
Evet, aslında tam anlamıyla “Nereden nereye?” dedirtecek iki ayrı manzara.
Şehirler kâbus dolu; köylere duman düştü
Tersine döndü her şey, sanki asuman düştü
Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali
Hazindir ki dertleri aşmaya umman düştü
diyen şâir hiç haksız değilmiş anlaşılan.
Külliye şeklinde inşa edildiği her halinden belli olan bu caminin hemen yan tarafındaki tarihi yapı dikkatimi çekti.
Sordum, medrese olduğunu söyledi Hoca efendi.
Ama şimdi müze olarak kullanılıyormuş.
Asıl sebep bu dedim, kendi kendime.
“Hikmetin başı Allah korkusudur” hakikati gereği, talebelere önce Allah korkusunu aşılayan ve sonrasında ise “Îsar” medeniyetinin oluşmasını sağlayan eğitim kurumlarını yani medreseleri kapatırsan, olacağı budur.
Fransız tipi laik eğitim modeli ile yetişen gençliğin hal-i pür melali ortada:
Tüketim kültürünün esiri olmuş, kendisi ile barışık olmayan tatminsiz bir nesil.
Saf, iyi niyetli, yardımsever ve misafirperver olarak girilen ancak “nitelikli dolandırıcı” olarak çıkılan bir eğitim modeli…
Çocuk katillerini, tacizleri, tecavüzleri, intiharları, stresleri, depresyonları vs. bir de bu gözle değerlendirmek gerekir.
Şu ulvi hakikat asla tersyüz edilemez:
“Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur.” (Ra’d-28)